SORU: Eşim, bir vakıfta görevli; yılda en az iki kere yurt dışına çıkıyor. Döndüğünde eve gelince anlattığı hizmetleri ağlayarak dinliyoruz. Kendisi çok duygusaldır. Eve gelecekse misafirle gelir. Biz de bundan mutluluk hissediyoruz. Bilhassa ben eşimle iftihar ediyorum. Elinden her yıl geçen paranın hesabını ne o biliyor ne de verenler. Çok güvenlidir. Buna rağmen çocuklarımızın üzerlerindeki kıyafet yırtık değil, o kadar. Üç çocuğumuz var. Çocuklarımız küçükken bir şey hissetmiyordum. Şimdi çocuklarım büyümeye başladı. Evimizde bir baba eksikliği belirdi. Ben çocuklarla baş edemez oldum. Bu durumu eşimle paylaştığımda büyük tepki gösterdi. Yaptığı işlerin evimizin yanında daha büyük olduğunu anlatmaya çalıştı. Ben ise haklı olduğunu ama evde ne yapacağımı bilemediğimi anlatmaya çalıştım. Sonunda, ikimizin de çok sevdiği, derslerini evimizde rehber olarak izlediğimiz Nureddin Hoca’ya danışalım diye karar ettim. Ben mi yoruldum, eşim mi aşırı gidiyor; bize lütfen yardım ediniz. Teşekkür ederim size. Allah yardımcınız olsun.
CEVAP: Bu Ümmet, itidal ve orta yol izleyen bir ümmettir. Bu Ümmet’ten olmanın en mühim gereklerinden biri de o Kur’an âyetiyle sabit olan itidallik ilkesine sadık kalarak yaşamaktır. İtikatta, ibadette, sosyal hayatta, he alanda böyleyiz. İtikatta bile bir itidal ve denge şarttır. Mesela, Muhammed aleyhisselama iman etmek imanın ikinci rüknüdür ama bu rükün ifade edilirken de ‘Allah’ın kulu’ diye vurgulama yaparak iman ettiğimizi beyan etmeye mecburuz. İlahlaştırılmış bir peygambere iman etmiş değiliz. Bunun adı itidal ve dengedir. Nerede kaldı ki dünyevi işlerimizde itidalden uzak kalmamız makul olsun.
Dinimizi yaşamakla, evimizi dindar ev olarak yaşatmak arasında da bu denge görevimizdir. Dünyanın bütün yetimlerini şen hâle getirip kendi doğurduklarını mahrum bırakanın yaptığı doğru değildir.
Uzun söze gerek yok, şu hadisi şerifi dikkatlice incelememiz bizim için karar verme noktasını oluşturacaktır. Buharî ve Müslim’in rivayet ettiği şu olayı ve nakli dikkatle ele alalım.
Ubeydullah bin Ziyad, Makel bin Yesar’ı vefat ettiği hastalığı esnasında ziyaret ettiğini ve Makel’in ona şunu söylediğini naklediyor:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden duyduğum bir sözü sana söyleyeyim. Buyurdu ki: ‘Allah’ın bir gruba sorumlu yaptığı biri, onların hakkı olan ilgiyi göstermezse cennetin kokusunu koklanamaz.’ (Buharî, Ahkâm, 8/7150; Müslim, 363)
Bu hadisi anlamak için iki ilave soru açabiliriz.
Birinci soru: Aile reisi, Ümmet’in çocuklarının ‘sorumlusu’ oluyorsa, kendi çocuklarının ‘sorumlusu’ değil midir?
İkinci soru: ‘Cennetin kokusunu koklanamamak’ ne demektir?
İtidal ölçümüzü devreye sokup sorunu çözebiliriz. Ümmet’imiz için çalışalım. Ama evimizi ihmal etmeyelim. Eve kapanmakla evi kapatmak aynı oranda hatadır.
Nureddin Yıldız
Categories:
Tags:
Comments are closed