Elli sene önce adına “fahşâ, münker, bağy” dediğimiz mefhumlara bugün “kültür, sanat, fikir” deniyor. Zina, fuhuş, teşhircilik, ahlaksızlık ve sapıklık bugün sanat ve kültür adı altında normalleştiriliyor ve bu süreç tamamlanmak üzere. Ayakta kalabilen son nesil şu an 20’li yaşlarda. Bu nesilden sonra ne mi olacak? Allah bizleri korusun.
Televizyon topraklarımıza ilk geldiğinde ona “şeytan icadı” diyen hacı dedelerimizle ve hocalarımızla istihza eden, dalga geçenler bizdik. Ama konuşan bizim ortaçağı yaşadığını düşündüğümüz kaba softa ve ham sofu ihtiyarlarımız değil bu topraklarda bini aşkın senedir neşv-ü nemâ bulmuş ve vahyin mürebbiliğinde yoğrulmuş bir iman ve irfandı. O gün konuşan ve televizyona “şeytan icadı” diyen, “deccal” diyen ulemâ, urefâ, evliyâ, asfiyâ bugün toprak altında. Ama bizler o iman ve irfandan yoksun bir vaziyette, güya can düşmanımız olarak gördüğümüz emperyalizmin modern laboratuvarlarında klonlanmış çağdaş kobaylar yapılmak isteniyoruz…
Bizi içine tıktıkları hapishanenin görünmez parmaklıkları ve zihnimize taktıkları görünmez kelepçeler bize kendimizi mahkûm değil özgür zannettiriyor. Çünkü özgürlük böyle bir şey. İnsanları sadece sizin onlara gösterdiklerinizin gerçek ve sahip oldukları tek şey olduğuna inandırabilirseniz onlara yaşadıkları habitatın bir hapishane değil harikalar diyarı olduğunu kabul ettirebilirsiniz. Sadece âlemlerin Rabbi’nin yarattığı şu fizik âlemde alıştırıldığınız ve normalleştirdiğiniz şeylerin mümkün olabileceğine inanıyorsanız küçücük bir kutuda yaşıyorsunuz demektir. Günün birinde rabbânî bir himmetle ve irfanla alışılmışın/alıştırılmışın dışında cümleler kuran hikmet ehline düşen ise delilikle, geri kafalıkla, en iyi ihtimalle saçmalamakla itham edilmektir…
Bütün haşmetiyle ve gayretiyle bizi dönüştürmeye çalışan modernizm tufanı, bize kendi aidiyetimizi unutturmakta ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin adına “vehn” dediği dünya sevgisi, ölüm korkusu ve nefsânî hazlarımızı bize karşı çetin bir taarruzla kullanmakta. Görünmez bir hapishanenin içinde bize kabul ettirilmiş kıymetlerle mutlu olduğumuza inandırılmaya çalışılıyoruz. Bizim adımıza bizim için uygun görülmüş kıymetler dışında hiçbir yolla mutlu olamayacağımız telkin ediliyor sürekli kulağımıza…
Artık ölçülerimiz ve tartılarımız değişti. Eskiden yüreğimizin tam ortasında bulunan kuyumcu terazisi, bugün zihnimize planlı ve programlı bir proje vesilesiyle kurulan tır kantarlarına dönüştü. Haramlardan, günahlardan eskisi kadar ürkmüyoruz. Çünkü zinanın başını çektiği haramlar evlerimize, odalarımıza, hatta ceplerimize girdi ve biz onu yadırgamayana kadar defalarca ailemize ve çocuklarımıza seyrettirildi, zihnimize çakıldı, normalleştirildi.
Gazete ve dergi neşriyatıyla başlayan bu serüven, radyo, televizyon derken nihayet internet ve sosyal medya ile zirveye ulaştı. Kadim irfanımızın bizi tehlikelerine karşı sakındırmaya uğraştığı virüs; televizyon, akıllı telefonlar ve iletişim operatörlerinin internet tarifeleri sayesinde artık ceplerimize girdi, gittiğimiz her yerde yanımızda, adeta vücudumuzdan bir uzuv gibi…
Televizyona veya sosyal medya portallarına topyekün düşman değiliz. Sadece hayatımıza sinsice sızan medya ve sosyal medya araçlarını Allah’ın rızasına uygun kullanmaya medar olacak basiretteki eksikliğe düşmanız. Kur’an’ın hayat kitabı, İslam’ın da hayatın her saniyesine hükmeden ve hitap eden yegâne din olduğunun alamet-i fârikası olan usuli’d-din ve fıkıh ilimlerinin internet ortamına hükmettirilmek istenmemesini sorguluyoruz. Şiddetle ihtiyaç duyduğumuz internet fıkhının eksikliğini yargılıyoruz. Zinanın, kumarın, faizin çocuklarımızın ceplerine girmesine itiraz ediyoruz. Kadını, özgürlük adı altında sınırsız teşhir ederek müstehcen bir eşya/nesne hâline getirenlerin, kadına ve kadın haklarına en çok kendilerinin değer verdiğini iddia edebildikleri ortamı ve şartları sorguluyoruz. Televizyondaki dizilerde, filmlerde, internette ve ceplerimizde irtikâp edilen ve ülke bazında servis edilen haramlar ile Allah’ın yasak ettiği haramları birbirinden ayırmıyor ve ikisine de eşit nefretle buğz ediyoruz. Bizi ikisinin aynı olmadığına, birincisinin sadece bir film, bir dizi olduğuna, rol icabı yapıldığına inandırmaya çalışanlara “hasbünallâhu ve ni’mel vekîl” (3) diyoruz…
İçinde yaşamaya mahkûm edildiğimiz kibrit kutusu, bize dünyanın tamamından bizim nasibimize düşen pay olarak kabul ettirilmeye çalışılıyor. Hâlbuki biz Müslümanız elhamdülillah. Gözümüzün görebildiği-göremediği her şeye “Allah ve Resûlü buna ne diyor?” sorusunu sormak ve bu soruyla kâinata açılmak, evrene talip olmaktır bizim nihâî hedefimiz…
Fî emânillâh…
Yakup Altuğ / ElifElif “İletişimdeki Hedeflerimiz ve Engellerimiz” Sonbahar Sayısı (2015-1436)
Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54
Comments are closed