Eskiden toprağa düşerdi yaprak. Bereket olur, bahara tohum olurdu. Nimet kapılarından geçer, yağmurla topraktan ağaca; arzdan semaya çıkardı kiramen.
Rüzgârda savrulan, insan eli değdi mi dökülüveren gelincikler misali toprağa kaldırım taşı düşünce yetişemez oldu yapraklar da. Toprağın üzeri kapandı ibtidaen, yapraklar döküldü birer birer, dallar kurudu yeşeremeyince, ağaçlar çürüdü. Arz toprak kokmadı bir daha. Topraktan geldi ya toprağın peşinden gitti, topraktan sonra kalbinin üzerini kapadı insan, okuyamaz, okumakla yetişemez, gözyaşıyla yeşeremez oldu. A’mal-ı salihi kurudu, tevbeleri kesildi. Toprak kokmadı bir daha. Ateşe karıştı, küle döndü rengi, çürüdü insan.
Yok olmaya yüz tutunca insanlık, aramaya başladı. Eksik kalanı, yitip gideni, üzerini kapadıklarını… Özledi, çok özledi hem de. Toprak kokusunu, baharın yağdırılan yağmuru, yeşili, insanı, kendini, toprak kokan özünü… Evvela kaldırım taşlarını söktü bir bir, merhametle açtı üzerini toprağın. Çapaladı yorulana, gücü tükenene dek toprağı, özü için çabaladı. Bir fidan dikti, suladı, gözyaşı da döktü. Merhamet edildi ve affedenin kapıları açıldı. Bir daha, dedi kapanmasına müsaade etmeyeceğim toprağın ve açık olan kapıların. Dua etti, bir fidan daha dikti sonra dünyayı yeşertmek umuduyla.
Tekrar toprak koktu mu arz buram buram ya da semaya yükseldi mi insan bilemedi. Ruz-i mahşeri bekledi toprağa karışana dek.
Arzın ve semanın sahibine hamd; toprağa ve toprak kokanlara selam ile.
ElifElif Dergisi – Yazı Atölyesi / Büşra Çelik
Comments are closed