Erkeğin evin temel ihtiyaçlarını karşılaması nikâh akdinin gereğidir. Kadının da evdeki iç hizmetler denebilecek hizmetleri karşılaması neredeyse kanunlaşacak düzeyde bir örftür. ‘Evi için işinde adam, eşi için mutfağında kadın’ görüntüsü, temel aile görüntüsü olarak algılanmaktadır. Buna itiraz edeceğimiz bir yön de yoktur doğrusu. Böyle olmasında sakınca yoktur. Ne var ki erkek, evin ihtiyaçlarını karşılamakla kadın da mutfakta yemek pişirmekle üzerlerine düşeni yapmış olmamaktadırlar. Bunlar her ikisinin görevlerinden bir bölümü oluşturabilir. Erkek de kadın da, ailenin sevgi ihtiyacını da karşılamakla yükümlüdürler. Sevgi, evin elektrik ve su kadar temel ihtiyaçlarındandır. Elektrik ve su gibi sevgi de kullanıldıkça tükenebilir bir değerdir. Suyu israf etmemeyi, kullanıldıkça yenisini elde etmeyi gerekli gördüğümüz kadar ailemizin sevgi ihtiyacını da üretmek, kullanırken de tükenmesi durumunda sıkıntı çekeceğimiz sınırlı bir kaynak olarak kullanmak durumundayız.
Bugün önümüzde aile tablosu olarak duran tabloda, sevgi eritme açısından ürkütücü bir durum vardır. Debdebeli düğünlerle kurulu yuvalarda yaşıyoruz. Biraz mübalağa ile ifade ederek şunu kaydedebiliriz: Günümüzde bazı düğünler için hazırlanan davetiyeler, bir asır önce Anadolu’daki bir köy düğününün tamamında yapılan harcamadan daha pahalıdır. Herkesin adının özel olarak yazdırıldığı bir davetiyeden başlayan debdebe, koca bir ummandan su harcayan adam görüntüsü veriyor. Biraz daha ileri bir mübalağa ile devam ederek şu çarpıklığı da kaydedebiliriz: Bugün evlenenler arasında, evlilik öncesinde ve evliliğin ilk aşamalarında kullanılan aşk ve bağlılık sözleri, birbirlerine tutkunluk edebiyatları destan olacak niteliktedir. Birbirleri uğruna ölmeye hazır âşıklardan oluşan bu ailelerin yıl geçmeden yıllanması ise anlaşılamayan çelişkidir. Severken de deli gibi, iterken de deli gibi bir nesil gelmiştir karşımıza. Sevdiği uğruna anne babayı yok sayan, nefretinin sonucu olarak ayrılıp bir ömür dul kalmayı da göze alan çarpık bakışlı nesil bu nesildir.
Ailelerimizin bir sevgi israfı içinde olduğunu tartışmamıza bile gerek yoktur. Çabuk seviyor ama çabuk nefret ediyorsak bir yerden kısa devre oluyoruz demektir. Hayata ve hayatın en görkemli sırrı olan aileye bakışımız değişmiştir. Aileyi, kredi ile alınmış bir evde gülücük dağıtma şeklinde gören yüzeysel hissiyat sahibi insanların bu sonuca itirazları olmayabilir. Biz ise aileyi daha farklı görüyoruz. Daha farklı görmeye imanımızdan ötürü mecburuz. Biz aileden, yarın cennette koltuklara yaslanıp sürdüreceğimiz ebedî saadetin temeli gözüyle bakıyoruz. Bizim için aile dünya değildir. Ancak dünyadan gidilebilen bir yer olan cennete gidiş kolaylığı için aile diye bir sıkıntıyı ibadet heyecanı içinde omuzluyoruz. Mü’minin bakışı budur.
Ailede eşler arasında ve eşlerle çocuklar arasında bir sevgi okyanusunun bulunması şarttır. Bu sevgi okyanusu da sürekli çoğalan bir birikimin adı olmalıdır. Hazıra dağların dayanmayacağı gerçeği sevgi için de geçerlidir.
Herkes Gözünü Açsın
Kadın ve erkek hepimiz gerçeği görelim, gözümüzü açalım. Kulağımızı hakikate yöneltelim. Kur’an, bizim rehberimizdir. Elinde Kur’an olan insanlar olarak biz, sıradan bir hayat yaşayamayız. Sıkıntılarımız sıradan çözümlerle gideremeyeceğimizi iyi biliriz.
Şu Rûm suresinin yirmi birinci âyetini defalarca okuyup, defalarca incelememiz gerekmektedir. Erkeklerin kadınları anlaması için, kadınların da erkekleri anlaması için bu âyet ele alınmalıdır. Böylece aile anlaşılmış olur. Âyeti hatırlayalım:
‘Kendileriyle huzur bulup sükûnete kavuşasınız diye sizin için kendinizden eşler yaratıp ARANIZDA SEVGİ VE MERHAMET var etmesi O’nun kudretinin işaretlerindendir. Düşünen bir topluluk için bunda nice ibretler vardır.’
Âyet, düşünenlere büyük bir kapı açmaktadır. Biz burada özellikle bir noktayı öne çıkarmak istiyoruz. O nokta da şudur: Bu âyette yani eşlerin birbirlerine huzur kaynağı olduğunu bildiren âyette, bu huzurun ham maddesi olarak da eşler arasına bir sevgi ve merhamet konduğu bildirilmektedir. Sevgi ve merhamet, ailenin huzur kaynağı olmasının en temel iki esasıdır. Bu iki şey kaybedildikten sonra aileyi ayakta tutabilecek bir tutkal yoktur. Yalnız dikkat edilmesi gereken bir ince ayrıntı vardır bu âyette. Âyet, Arapça anlamı ‘sevgi’ olan MEVEDDE kelimesini kullanmaktadır. Aşk anlamına gelen HÜBB kelimesi bu âyette yoktur. Aile kurulurken erkek ve kadının birbirine âşık olmasının, ailenin sürmesi için ne kadar yeterli olacağını bu ince ayrıntıdan çıkarabiliriz. Bilhassa gençleri bir tür esir alan aşk sadece geçici bir rüzgârdır. Aşk, ailenin uzun süreli bir huzur kaynağı olmasının nedeni değildir. Hayat boyu huzur getirecek olan sevgidir. Aşk ise geçicidir.
Aşk, duygusallığın ürünüdür, sevgi ise bir gayretin karşılığında gösterilen reflekstir. Erkeğin, kadını Allah’ın bir nimeti ve aynı zamanda da emaneti olarak görmesi ile ortaya çıkan sevgi, ailenin enerjisidir. Kadın için de erkeğe bakarken, onu cennetin kapılarını açmaya yardım edecek bir şifre olarak görebilme seviyesi ortaya bir sevgi çıkaracaktır. Yüzeysel olanla köklü olan arasındaki bu fark unutulmamalıdır.
Aşkta bedenlere ve zevklere hitap vardır. Sevgi ise gerçekleri görüp anlayabilen beyinlere hitap eder. Âşık olanla seven arasında günübirlik ile sürekli olan arasındaki fark vardır. Âşık hep isteyendir. Seven ise istemeden önce vermeye hazır olandır.
Sevginin Alt Yapısı
Ailemizin suyu, havası kadar muhtaç olduğumuz sevginin oluşması için temenninin yetmeyeceğini bilmek zor olmasa gerek. İstemekle sevgi oluşmaz.
Sevginin bir numaralı özü sabırdır. Sabredebilenler, sabrın hakikatini anlayabilenler sevilebilirler, onlar sevilmeyi hak ederler. Başa geleni çekmek olarak anladığımız sabır, sevgiye de yetebilecek enerji üretebilecek bir sabır değildir. Başta aile alanı olmak üzere hayatı olduğu gibi imtihan olarak bilip kabullenmek, imtihanın gereklerini de yapabilmek sabırdır. Her şeyi kendi isteğine göre bekleyen bir insan sabır ehli olamaz şüphesiz. Dünyayı bir misafirhane olarak görüp önüne konanı Allah’ın razı olacağı şekilde değerlendirebilen sabır ortamında yaşayan bir insandır. Böyle bir insanın beklentileri cennete dayanan şeyler olduğu için sevgisini de ilişkisini de dünyevi şeyler için eskitmez. Her gün yeni bir heyecan yeni bir umuttur böyle bir insana. Kadere teslim olmak, Allah’ın işinde bir hikmet bilmek de sevginin üretimi ve korunması için gereklidir. Bunun adını da içi doldurulmuş bir iman olarak koyabiliriz. Beklentilerimize göre değil kadere göre yaşayabildiğimiz zaman işimiz kolaylaşacaktır.
Kadını veya erkeği ve ikisinden oluşan aileyi yatak odası düzeyinde sınırlamak sevgiye açılan yolları daraltmak olur. Bedeni eskiyen kadın, gücü tükenen erkeğin sevgi zafiyeti yaşamasında bu gerekçe vardır. Evet, yatak odaları ailenin trafosu durumundadır, buna diyecek bir şey yoktur ama sadece yatak odası değildir. Sadece mutfak olarak da göremeyiz aileyi. Giyim, gezme, konuşma olarak da göremeyiz. Aile daha geniş bir dünyanın adıdır.
Erkek, kadına bakarken veya kadın erkeğe bakarken mesela ikisinin ortak nimeti olan çocuğu, sevginin kalması ve çoğalması için en büyük nedenlerden biri olarak görebilmelidirler. Çocuk, diğer eksikleri doldurabiliyorsa bizim için çocuk, Allah’ın en büyük nimetlerinden biri olmuş demektir. Ya da yatak odasındaki iyi bir sahne, oturma odasındaki eksik bir sahneyi doldurabiliyorsa biz, dünyanın fani olduğunu, hiçbir şeyin burada tam olmayacağını bilmiş oluruz. Böyle düşünemezsek, cenneti ayağımıza getirmek gibi bir uçuk hayalin peşinde dolaşıyoruzdur. Dünya, eksiklerin birleşiminden bütünün oluşabildiği bir yerdir. Cennet ise her şeyin tam olduğu yerdir.
Ömer’ce Bir Örnek
Mü’minlerin ikinci emiri, mülhem adam Ömer bin Hattab radıyallahu anha ait bir hatıra, belki de evlerimizin bir köşesine ikaz levhası gibi asılması gereken niteliktedir. Asırlar öncesinden, bugüne ve yarınlara yetişecek bir mesaj olarak bu Ömer’ce sözü saklayabiliriz. Kenzu’l-Ummal’de 45851 nolu hadis, özet olarak şöyledir:
Adamın birisi eşine kendisini sevip sevmediğini sorar. O da sevmediğini söyler. Erkek, bundan rahatsız olup durumu Ömer’e şikâyet eder. Kadın Ömer’in huzuruna getirildiğinde ona, kocasına onu sevmediğini söyleme nedenini sorar. Kadın da, yalan söyleyemeyeceğini, içindekini söylediğini anlatan bir cevap verir. Bu noktadan sonra mü’minlerin emiri Ömer radıyallahu anhın cevabı, bugün her zamankinden çok muhtaç olduğumuz şekilde gelir. Kadına demiş ki:
‘Siz kadınlar! Gerekiyorsa yalan da olsa sevdiğinizi söyleyin, sever görünün. Her ev, sevgi barındırmıyor ama sosyal kimliğimiz, Müslüman şahsiyetimiz bunu yapmayı gerektiriyor.’
Allah, Ömer’den razı olsun.
Büyük düşünüp büyük işler yaptı. Büyük baktı, büyük gördü. Gerçeği gördü, gerçeği konuştu. Burada görüp söylediği o gerçek şudur:
Sevginin bedeli var. Sevginin gerekçesi var. Aradığın gibi olmayabilir ama kısır bakma, dar açıdan görme; aile uğruna çevrene bak. İslam’ı da düşün; ailen seninle kuruldu ama İslam için kurulmuştu zamanında. Nikâh, Allah’ın adıyla gerçekleşmişti. Bedelsiz bir cennet olmayacağına göre, cennette devam edecek ailemizin varsın ağır bedelleri olsun. Değmez mi cennet için? Yoksa cennete sadece Uhud’dan mı gidilir? Sadece namaz kılmak mıdır Allah için yapılacak olanlar?
Sevgi üretebilmeliyiz, ürettiğimizi de korumalıyız. Kur’an okuyorsak, Kur’an’da sabrı ve asıl hayat olan ahireti gördü isek gereken budur.
Nureddin Yıldız Hocaefendinin Milli Gazetede yayınlanan 27 Haziran 2013 tarihli yazısıdır.
Comments are closed