Kurban kesme ibadetinin, temelini teslimiyetten aldığı hakikatini hepimiz biliyoruz İsmail aleyhisselam kıssasından. Peki, kurban kesmenin psikolojik ve sosyolojik açıdan önemine dair neler biliyoruz? Öncelikle şunu unutmayalım, bütün ibadetlerde esas olan Allah’ın rızasıdır. Hiçbir ibadet psikolojimizi düzeltmesi için veya topluma fayda sağlaması için yapılmaz. Fakat şunu da bilmemiz gerekir ki bizi en iyi tanıyan ve bu ibadeti-kurban kesmeyi- bize vacip kılan Rabbimiz, bunu emretmekle muhakkak ki insanın ve toplumun maslahatını gözetmiştir. Hikmetini hiçbir zaman tam anlamıyla anlayamayacak olsak bile ucundan dahi olsa yakalayabileceğimiz birkaç noktaya değinelim:
İbrahim aleyhisselam Rabbi’nden gelen talimatla oğlunu kurban etmeye rıza göstermişti hepimizin bildiği gibi. Her ne kadar üzülse de, kederlense de oğlunu kurban edecekti. Çünkü teslim olmuştu Rabbi’ne. Yani kurban; temelinde bir hüznü, kederi barındırıyordu. “Müslümanlar bu ibadet aracılığıyla İbrahim aleyhisselam ile idantifike olacaklar, yani onunla aynileşeceklerdir. Müslümanlar onun evladını kurban etme teklifi karşısında ve teşebbüsü esnasında yaşadığı acıyı, derdi, gamı, kederi, ıstırabı kurban dolayısıyla onunla bütünleşerek yani idantifike olarak geçirdiği ruh hâllerini onunla beraber yaşayacaklardır.”
Diğer bir husus da kurban ile insanı kan dökücü bir varlık olmaktan men etmek. Nasıl mı? “Allah, Müslümanlara kan dökücü olmanın dehşetini bütün safhalarıyla an be an yaşatmak ve böylece onları kan dökücü ve kan akıtıcı olmaktan ürkütmek, uzak tutmak ve nefret ettirmek gayesiyle’’ kurbanı emretmiştir. “Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Fatıma radıyallahu anhaya hitaben: Kalk ve kurbanın başında bulun. Kurbanın dökülen ilk kan damlası ile yaptığın günahlar affedilir.” buyurmuştur. Bir sahabe “Bu, sana ve ailene mi mahsus?” diye sormuş, Efendimiz aleyhisselam da “Bütün Müslümanlar için geçerlidir.” buyurmuştur. Dolayısı ile Müslüman kişi ya kurbanı kesecek ya da başında bulunacaktır. Bunun sonucunda da kan akıtmanın ne kadar kötü olduğunu idrak edecektir. “Meselenin düğüm noktası burasıdır. Kurban kesen Müslüman, kan görmekten ve kan akıtmaktan nefret etmelidir ki; eline bıçağı alıp sokağa çıkıp elindeki bıçağı yoldan geçen bir din kardeşinin veya başkasının kasığına saplayıp bağırsaklarını dökmesin, kanını akıtmasın.” Rabbimiz insanı ne kadar da güzel terbiye ediyor aslında. Mümin bir cana kıymanın çirkinliğini kurban vesilesiyle insana gösteriyor.
Bir başka husus da şudur: Allah, kurbanı keserken bizim kendi ölümümüzü tefekkür etmemizi istiyor bizden. “Belki uzanmış yatanın bir koç değil, bizzat kişi kendisi olduğunu hayal etmelidir… Boğazına biraz sonra dokunacak olan soğuk bıçağı, hayvanın boğazına değil, sanki kendi boğazına Azrail aleyhisselamın dokunuşu olarak hissetmelidir… Kurbanın kendisini kesecek olan bıçağa korku dolu gözlerle bakışı, sanki bir süre sonra kişinin kendi canını alacak olan Azrail aleyhisselama karşı şaşkın bakışları olarak algılanmalıdır. Ve daha da ötesi, bir can vermenin ne kadar da zor olduğunu, kesilen hayvanın çırpınışları ile insan kendi ruhunda hissetmeli ve bir gün kendisinin de böyle çırpınarak can vereceğini bütün hücreleri ile yaşamalıdır. Müslümanlara böylesi bir hassas görev verilmiştir, o hâlde böylesi bir ibadetin insan psikolojisinde uyandıracağı tesiri en derin hislerle hissetmek gerekir… Kesilen kurbanın can verme sırasında yaşadığı bütün ruh hâlleri, kurban kesenin ve kesimi izleyenlerin bizzat kendi ruhlarında yaşadığı bir hâl olarak hâllenmelidir. İşte bir kişi bu hassasiyet içinde kurban keserse, kurban mahallinden dönerken, dizleri birbirine çarpar, yürüyüşünü şaşırır… Ruhunun en derinlerinde can vermenin ince sızısını titrek bir mum alevi gibi kalbinde hisseder… Belki de bu hâlet-i ruhiye ile evine vardığında kapandığı yatağında hıçkıra hıçkıra ağlar… Bu ağlayışlar ve bu hissedişler kişiyi ölüme karşı daha duyarlı hâle getirebilir, ruhundaki birçok olumsuzluklardan sıyrılıp çıkmasına neden olabilir, kişi taş kalpli biri de olsa ruhunda duyduğu bu sızlanmalar ile yumuşacık bir hâle gelebilir. Ve böylesi bir ruh hâli ile ertesi güne uyanan bir kişinin, yürürken böbürlenerek yürümesine artık imkân kalabilir mi? Kendini büyük dağların yaratıcısı olarak görme gücü kalmış mıdır?”
Sosyolojik açıdan önemine bakalım şimdi de:
Fatma Betül Palaz / ElifElif “Bayram, Eğlence ve Tatil Ahlakımız” Yaz Sayısı (2015-1436)
Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54
Comments are closed