15
Kimilerine göre yoğun bir tempo içinde kimilerine göre monoton bir seyir içerisinde devam eden hayatta herkese göre değişmeyen önemli ihtiyaçlardan biridir sohbet etmek. Kimi zaman derdimizi paylaşmak, kimi zaman özlem gidermek, enerji tazelemek vb. gayelerle bir araya geliriz. “Maksat muhabbet olsun çay bahane” düşüncesiyle eş-dost bir araya gelir çay sofralarında.

Bize enerji veren, rahatlamamızı sağlayan, belki de kaybettiğimiz enerjiyi bize geri veren bu görüşmeler, Rabbimizin nimetleri olarak önümüzde durmaktadır şüphesiz. Özellikle bizleri daha iyi kul olmaya sevk eden salih dostlar, akrabalar, komşular vb. lütfetmişse Rabbimiz bizlere, zamanımızın en büyük nimetlerinden birine sahibiz demektir. Şükrünü yaptığımız müddetçe Rabbimizin elimizdeki nimetleri almayacağı gerçeğini düşündüğümüzde sorgulamamız gereken bir husus da yakınlarımız, sevdiklerimizle bir araya geldiğimizde neler konuştuğumuz, muhabbetlerimizin hangi minvalde olduğudur.

Vazgeçemediğimiz bu sohbetler, muhabbetlerimiz; bizleri ahireti düşünmeye, daha iyi kul olmaya mı yoksa daha çok dünyaya dalmaya mı sevk ediyor? Gıybet, dedikodu gibi Müslüman şahsiyetine yakışmayacak fiillerin işlenmesine zemin oluyor mu buluşmalarımız? Muhabbetlerimiz, dünya ve ahiret saadetini kazanmak için moral mi oluyor bizlere yoksa yaptığımız salih amelleri eritecek kıvamdaki günahlar mı depolatıyor bizler farkında bile olmadan? Bu soruları çoğaltmamız mümkün. Önemli olan bu sorulara verdiğimiz cevaplardır.

Ağzımızdan çıkan her sözden sorguya çekileceğimiz unutmamamız gereken bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır.“O gün kendi dilleri, elleri ve ayakları yapmış oldukları şeylere şahitlik edecekler.” buyuran Rabbimiz, ahirette mahcup olmamamız için bizleri uyarmaktadır.

Bu hususta Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şu hadis-i şerifi de konuşmalarımızda sürekli hatırımızda bulundurmamız gereken bir ikazı içermektedir:

Muaz bin Cebel radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre;
¬ – “Ya Resûlallah! Beni cennete girdirecek, cehennemden uzaklaştıracak bir iş (amel) söyle bana.” dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Çok büyük bir şey istiyorsun. Ancak bu, Allah’ın kolay kıldığı kişi için pek kolaydır: Hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnızca Allah’a kulluk edersin. Namazı dosdoğru kılarsın. Zekâtı verirsin. Ramazan orucunu tutarsın. Gücün yeter, imkân bulabilirsen haccedersin.” buyurdu. Sonra sözüne devamla:
“Şimdi sana hayır kapılarını haber vereyim mi? Oruç kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi günahın azâbını söndürür. Kişinin gece yarısı kıldığı namaz da günahı söndürür.” buyurdu.

Bundan sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Korkuyla ve umutla Rablerine kulluk ettikleri için vücutları yataklarından uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez.” ayetini okudu. Daha sonra Resul-i Ekrem şöyle buyurdu:

– “Sana bütün işlerin başını, ana direğini ve doruk noktasını bildireyim mi?”
Ben:
– “Evet bildiriniz Ya Resulallah” dedim.
– “İşin başı İslam, direği namaz, doruğu cihaddır” buyurdu.
Sonra:
– “Sana bütün bunların kıvamının kendisine bağlı olduğu şeyi (can damarını) bildireyim mi?” dedi.
Ben:
– Evet, bildir Ya Resûlallah! dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber dilini tuttu ve:
“Şunu koru!” Buyurdu.
Ben:
– “Ya Resûlallah! Biz konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız?” Dedim.
“Allah hayrını versin ey Muâz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir!” buyurdu. “

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bütün hayırların can damarının dili korumak olduğunu beyan ederek ağzımızdan çıkan her şeyin ahretimizi ne kadar yakından ilgilendirdiğine vurgu yapmaktadır.

Peki, Resûlullah’ın bu konudaki ikazlarını birebir duyan, vahyin ilk muhatapları olan, İslam’ı en iyi anlayan ve yaşayan böylece Allah’ın rızasını kazanan örnek nesil olan ashabı kiram bu hususta nasıl bir tavır sergilemiş, muhabbetlerinde ne konuşmuşlar, bu konudaki emirleri nasıl pratiğe dökmüşlerdir?

Ashabı Kiram, bir araya geldiklerinde emr-i bi’l maruf nehy-i an’il münker görevini yerine getirecek tutum ve davranışlar içerisinde olmuş, birbirlerinde gördükleri hatayı muhakkak uyarmış, Resûlullah sallallahu aleyhi ve selemden duydukları bir hadis-i şerifi paylaşma gayesi taşımış, meclislerinde boş sözler, gıybet vb. ne yer vermemiş, bir meclisten ya da bir topluluktan ayrılırken Asr Suresi’ni okumayı şiar edinmişlerdir.

Gökteki yıldızlar gibi Ümmeti Muhammed’e yol gösteren yegâne örnek nesil, bir araya geldiklerinde yaptıklarıyla da muhabbetlerimizin şablonu durumundadır. Muhabbet konularımızın hayat gündemimize göre şekillendiğini unutmamamız gerekmektedir. Ashabın gündemi Allah ve Resulü’nün rızasını kazanmak olduğu için bir araya geldiklerinde konuştukları konular da Allah’ın rızasına uygun olmuştur. Onların da dertleri oldu ama bir araya geldiklerinde birbirlerini sabra çağırdılar, birbirlerini şeytanın sevineceği yönde dolduruşa getirmediler. Onlar da sevinçlerini birbirleriyle paylaştı fakat bu, onları şımartmadı, şükürlerini artırdı.

Peki ya bizler? Bizler arkadaş, akraba toplantılarımızda ashabın ne kadar peşinden gidiyoruz? Daha da önemlisi bu konuda eksik taraflarımız olduğunu ne kadar kabul ediyoruz? Ne kadar düzelme gayesi taşıyoruz?

Unutmayalım ki sohbet, muhabbet gayesi ile rahatlamayı umduğumuz her mekân, dünya ve ahretimiz açısından pişmanlık sebebimiz olabilir.

Ebû Hüreyre radıyallahu anhın rivayet ettğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Herhangi bir topluluk oturdukları meclisten Allah’ı zikretmeden kalkarlarsa, merkep leşi yanından kalkmış gibi olurlar. O meclis de onlar için bir pişmanlık olur.”

Ayşe Aksoy / ElifElif “İletişimdeki Hedeflerimiz ve Engellerimiz” Sonbahar Sayısı (2015-1436)

Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54 

Categories:

Comments are closed