18
Medeniyete dair konuşulacak mevzuların mihenk taşıdır kadın. Söz döner dolaşır muhakkak kadının konumuna gelir. Hatta modern çağ, medeniyet anlayışını kadının yeri ve özgürlüğü üzerine kurgulamaktadır dersek yanlış bir tespit yapmış olmayız. Bu kurgunun olmazsa olmazıdır kadın. Özellikle Cumhuriyet sonrası Türkiye’de “çağdaş uygarlık düzeyi”, “modernleşme” kavramlarıyla medenîleşme propagandası yapılırken kilit kavramlardan biridir kadın ve Batı uygarlığı(!)

 
Yakın geçmişten bugüne; Batı’nın kadınlara verdiği haklar, Batı’da özgürleşen kadın, Batı’ya uyduğu kadar medenîleşen kadın ile Batı standartlarını yakalamadıkça cahil, geride kalmış, medeniyetten uzaklaşmış, hiçbir hakkı olmayan, ezilen kadın profilleri önümüze sunuldu, kıyaslandı. Bu dilemma hâlâ sürmekte ve sürdürülmekte iken Batı ve kadın ilişkisine dair tarihî bilgilere göz gezdiren biri Batı’da kadının çok parlak bir geçmişe sahip olmadığı gerçeği ile yüz yüze gelmektedir. Kadına mutluluğu vaad eden Batı, arka bahçesinde medeniyetle bağlantı kurulamayacak facialarla doludur.

 
Batı’nın kadına verdiği değer geçmişten bugüne değerlendirildiğinde acı gerçeklerle karşılaşmaktayız: 6. yüzyıl Avrupası’nda papazlar ve azizler “Kadının ruhu var mı?” tartışmalarına girmiş, kadının şeytanın ruhunu taşıdığına inanılmış, Avrupa’da 1547 yılında Kral 8. Henry kadınların kötü ruhlu, murdar bir varlık olduğu için İncil’e el sürmelerini parlamentodass aldığı bir kararla yasaklamıştır. Binli yılların başlarında birçok kadın “cadı” olduğu gerekçesiyle Avrupa mahkemelerinde yakma, boğma, idam etme infazlarıyla katledilmekteydi. Özellikle yoksul, köylü, dul ya da bekâr kadınlar üzerinde uygulanan kızgın demirle dağlama, diri diri toprağa gömme, kalbine kazık çakma, çivileme, parçalanma, yakılma, boğma vb. akıl almaz işkencelerle binlerce kadın öldürülmüş ve öldürülen kadınların sayısı 13. asırdan sonran Papa 8. İnnocent ile hızla artmıştır. İnnocent’ın emri ile iki müfettiş, büyücü testi adında kadınların sorulara evet de hayır da deseler testi kaybedecekleri şekilde tasarladıkları bir kitap hazırlamış ve böylece kadınları cezalandırmaya bahane sunulabilmiştir. Öldürülen kadınların servetlerinin bir kısmı kiliseye terk edilirken, diğer kısmı da ödül olarak müfettişlere sunulmuş yani kadın yakımı servet kaynağına dönüşmüştür. 1800’lü yılların ortalarına kadar Avrupa’da milyonlarca kadın cadı suçlaması ile yakılırken, İngiltere’de kadınlar asılarak infaz edilmiştir. Sadece Almanya’da 1400 ile 1550 yılları arasında yakılan kadın sayısı yüz bini geçmekteydi. Toplu kadın yakımı gelenek haline gelmişti. Toplu yakımların bazısında iki yüz elli, bazısında ise bu sayı beş yüzü geçiyordu. Kadınların daha çok asma, boğma ve idam etme şeklinde infaz edilme sebebi ise “Kilise kan dökmekten nefret eder.” diyen yasalara uyum sağlamaktı.

 

 

İnfaz edilen kadınlardan elde edilen geliri arttırabilmek için kimsesiz kadınlardan sonra soylu kadınlar da yakılmaya başlandı. Batı’nın bu katliamları 1800’lü yılların ortasında Engizisyon Mahkemeleri’nin kapanmasına dek sürdü. Tarihçiler Avrupa’da bu bahane ile iki milyon civarında kadının yakıldığını tahmin etmektedir. Altı yüz yıl süren kadın katliamları, Papa II. Jean Paul’ün “Engizisyon mahkemelerinin yaptıklarından dolayı özür dileriz.” demesiyle temizlenmiştir.

 
Üstüne üstlük Avrupa kapitalizmi bu katliamı, bugün Avrupa’nın şenlikler, festivaller, sabahlara kadar süren partilerle kutladığı, aylar öncesinden hazırlıklarına başladığı Cadılar Bayramı (Holloween)’na dönüştürmüştür. Zaten hiçbir zaman soykırım ya da katliam demediği “cadı çılgınlığını” yalnızca bir çılgınlığa indirgeyen, nefretten nemalanarak onu eğlenceye ve paraya çeviren kapitalist zihniyet bugünkü mükemmelliğine (!) erişmek için de cadı avlarını kullanmıştır.

 
18. yüzyılda gerçekleşen Sanayi İnkılabı sonrasında ortaya çıkan kapital sistemle birlikte kadın Avrupa’da iş gücü olarak kullanılmaya başlandı. Sanayileşen batıda fabrikalarda çalışacak çok sayıda insan gücüne ihtiyaç duyulmaktaydı. Senyör ve kilise zulmünden kaçan köylülerin şehirlere sığınmasından faydalanıldı. Şehre sığınan mazlum halk işçi olarak kullanıldı. Bir lokma ekmek için gece gündüz kadın da erkeğinin yanında fabrikaların, kömür maden ocaklarının karanlık dehlizlerinde çalışmak zorunda kaldı. Üstelik kadın erkeğe göre yarım ücret alıyordu. On iki yaşındaki gencecik kızlar ve dokuz aylık hamile kadınlar günde on sekiz saat çalışıyordu. Çoğu işveren hamile kadınları ya işten atmaya kalkışıyor veya ücretini %50 indiriyordu.

 
Milâdî 586’da kadının insan olup olmadığını tartışan Batılılar, 18. Yüzyılın başlarından itibaren artık böyle bir tartışmayı gereksiz bularak, kadını üretimi sağlayan bir makine parçası olarak görmeye başladılar. Ezilen erkek işçilerin yanında kadınların da zulüm devresine girmesi Avrupa’da büyük patlamaları hazırlamıştır. Devrimler, isyanlar, krizler, buhranlar birbirini izledi. Kadın son zamanlarda ancak bir takım sosyal güvenlik haklarını kazanabildi.

 
Bugün dünyada yankı uyandıran feminizm akımı da bu zulmün meyvesidir. Feminizm hareketinin öncüsü sayılan Mary Woistonecraft, Ortaçağ’ın kadını ezen tavrına ilk direnen kadındır. 1792 yılında kadın hakları savunusunu yazmıştır.

 
Balkan savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sonrası erkek nüfusunun azalması ile kadınların ucuz iş gücü olarak fabrikalarda çalıştırılması süreci kadınların uğradıkları zulmün çarpıcı örnekleriyle doludur. Bunlardan biri olarak şu olayı zikredebiliriz:

 
8 Mart 1857 yılında ABD’nin New York şehrinde dokumacı kadınlar, çalışma şartlarının daha iyi duruma getirilmesi ve insanlık dışı çalışma koşullarını değiştirebilmek için bir yürüyüş başlatır. Kırk bin kişi bu yürüyüşe katılır ve kalabalıktan büyük bir kitlesel ses yükselmeye başlar. Polis kadınlara sert müdahale ile karşılık verir. Kendilerini kurtarmak için fabrikaya koşan kadınlar, fabrikada kısılıp kalınca fabrika ateşe verilir. Polis barikatları kadınların dışarı çıkmasına engel olurken, yüz yirmi dokuz kadın, alevler arasında kalarak can verir. Kadınların cenazesine o güne kadar nadir görülen bir kalabalık katılır. Yüz bin kişi kadınların cenazelerinde buluşur ve bu olay 1977 yılında AB tarafından kabul edilecek olan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün temelini atmış olur.

 
Batının sanayileşme sürecinde iş gücü olarak kadını sömüren kapital sistem, özgürlük naraları atarak çıktığı yolda, yaptığı zulümlere karşı ayaklanma başladığında başta kadınlar olmak üzere sömürdüğü tüm sınıflara göstermelik haklar vaad ederek yürümeye devam etmiştir. Bu süreçte kadın, önceleri fabrikalarda çalıştırılan bir iş gücü iken kitlelerin tepkileri ve teknolojinin gelişmesiyle para getiren daha kârlı alanların doğması sebebiyle farklı sahalarda ezilerek değil yüceltilerek kullanılmaya başlanmıştır.

 
Bugün bile kadın, sosyal hayatın çarkları arasında basit bir dişli sayılmaması gereken onurlu bir varlık olarak görülmemekte, aksine kadına bir ticaret ve meta ürünü, etkili bir reklam aracı gözüyle bakılmaktadır. Kapitalist toplumda eşitlik mücadelesi veren kadın, gerçekte kendi yaratılış kanunlarını çiğneyerek biraz daha köleliğe itilmektedir. Batı bütün tarihi boyunca kadını köle saymıştı. Ve bugün de daha feci bir kölelik içindedir. Batılı büyük kapitalist şirketlerce sömürülen, teşhir edilen kadının kadınlık adına özlenecek, saygı duyulacak, korunacak hiçbir değeri kalmamıştır.

 
Bugün bir medeniyet olarak önümüze sunulan batının kadına bakışı ve kadına verdiği değer vakıa olarak önümüzde durmaktadır. Batıda kadınlar, mülk edinme hakkı, miras hakkı, insan yerine koyulma vb. için yıllarca mücadele verdi, hâlâ da vermekteyken İslam bin dört yüz sene öncesinde kadına asıl değerini vermiş, medeniyetin ne olduğunu ortaya koymuştur.

 
Kadını ve erkeği yaratılmışların en şereflisi sayan, kullukta erkekle eşit sayan, kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi âdetini kaldıran, kadınlara zulmü yasaklayan, kadınları Allah’ın emaneti sayan , ilim elde etmede onu erkekten ayırmayan, kadına mehir, miras, mal edinme, kendi malı üzerinde tasarrufta bulunma vb. hakları veren İslam böylece onu medeniyetin bir parçası kılmıştır.

 
Layık olduğu değere İslam’la kavuşan kadın, bunu idrak ettiği ölçüde yücelecek ve toplumunu yüceltecek, gerçek mutluluğu ve huzuru yakalayabilecektir. Çünkü kadını Rabbi’nden başka kimse iyi tanıyamayacak, ona layık olduğu konumu, huzurlu ve mutlu bir hayatı Rabbi’nden başkası veremeyecektir. Bunu idrak edemeyen kadın ise medenî olmak isterken büyük trajedilerin ana aktörü olmaktan kendini kurtaramayacaktır.

 

Ayşe Aksoy / ElifElif “Medeniyet” Bahar Sayısı (2016-1437)

Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54 

Categories:

Comments are closed