İnsan, fıtratı gereği sosyal bir varlıktır. İnsanın sosyal bir varlık olması, yalnız yaşayamayacağı gerçeğini gözler önüne koymaktadır. Yapılan araştırmalar sonucu uzmanlar, tek başına yaşamak üzere hücreye konulan bir insanın on beş gün sonra şizofren olma ihtimalinin çok yüksek olduğunu ifade etmektedirler. İnsanın tek başına değil de toplu hâlde yaşamaya ihtiyaç duymasının sebebi ise kendi kendine yetememesidir.
Herkes birbirine muhtaçtır. Mükerrem bir varlık olarak yaratılan insan, bir o kadar da acizdir. Başkalarıyla ilişki kurmadan yaşayamaz. Sınırsız güç ve kudret sahibi yalnız Allah’tır. Tek başına kalmak da yalnız Allah’a mahsustur.
İnsan olmak toplumla içiçe yaşamayı gerektirdiği için insanlığımızın kalitesi; iş arkadaşı, komşu, dost ve çocuklarla beraberken belli olacaktır. İnsanlığımızın kalitesi de Müslümanlığımızın kalitesini yansıtacaktır şüphesiz çünkü Müslümanlık, insanlıktır.
İnsanca bir arada olmamız imanımızın gereğidir. Çünkü biz, mü’miniz. “Mü’min, mü’min için parçaları birbirini sıkı sıkıya tutan bir bina gibidir.” anlayışını kendimize nakşetmeliyiz. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin “sıkı sıkıya tutunma” ile sadece camilerde mü’minlerin saf tutuş şeklini kastettiğini düşünmek, çok kısır bir anlayış içinde olduğumuzu gösterir. Aksi takdirde dini camilere hapsetmiş oluruz ki; İslam sadece camilerin dini değildir. İslam, hayat dinidir. Yaşamın ve ilişkilerin en canlı ve zirvede olduğu yerler olarak sokakları, evleri ve iş yerlerini şekillendirmek için vardır.
Toplumsal bir varlık olan insanın, hayatının merkezinde iletişim vardır. Rabbimiz kendisine muhatap kıldığı kullara beyan nimetini bahşetmiştir ki insanlar iletişim içerisinde olabilsinler. Ve bu sayede birbirlerini anlayabilsinler, sıkıntılarını ve sevinçlerini paylaşabilsinler.
İnsanın ailesi, komşuları, arkadaşları ve diğer mü’min kardeşleriyle iletişimi üç sacayağı üzerinde durur. İletişimde esas olan sevgi, saygı ve güvendir. Bu vazgeçilmez değerlerden güven, çok da kolay gerçekleşmeyen bir durumdur. Her insan karşısındakine güvenmek ve kendisine güvenilmesini ister. Hayatımızda mü’minler arası iletişimde elzem bir yere sahip olan güven duygusunun, 21. yüzyılda ne durumda olduğunu sorgulamalıyız.
İnsanlar güvenen bir varlık olarak doğmasına rağmen güven duymamayı toplumsal süreçte öğrenmektedirler. Yaşadıklarımız insanların birbirine hâl diliyle, zaman zaman da konuşarak güven duymamayı öğrettiğini göstermektedir.
Kur’an-ı Kerim’e iman eden kulların dikkatini sadece çevredeki fakirler çekemez. Kulaklar filanca yerdeki kaza haberinin sonuçlarından daha çok, sadece iki adım uzaklıkta bulunan eşlerin, komşuların, arkadaşların kalp kırıklıklarını ve moral bozukluklarını duymaya endeksli olmalıdır. Eğer bu komşular, eşler ve arkadaşlar; güvenip de yaralarını mü’min kardeşine açamaz hâle geldilerse daha çok işimiz var demektir. Bugün birbirine itimadı kalmamış Müslümanların sayısının artması hacca giden, namaz kılan ve sadaka veren Müslüman sayısının çok olmasına sevinmemize engeldir. Çünkü Allah Teâlâ bizi namaza ve oruca davet ettiği gibi güvenli bir insan olmaya da davet etmektedir.
Biz “emin” diye anılan bir Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin ümmetiyiz. Emanet bizim karakterimizdir. Mü’min sözüne sadık, ahdine vefalı, özü ile sözü bir olandır. Açık sözlü ve samimi, nezaketli, bir o kadar da tevazu sahibidir. “Artık bu zamanda güvenecek kimse kalmadı” sözünü duymak bizi sarsmalıdır. İnsanlar yanındaki arkadaşına, eşine, komşusuna güvenip “Acaba kendisiyle paylaştığım konuyu diğer kimselere anlatır mı, dalga geçer mi, gıybetimi yapar mı?” şüphesiyle yüreğindeki derdini anlatamadığı için hiç tanımadıkları kişiler olan psikologların yolunu tutar oldular. Hâlbuki muhatap olunan kişilerin mü’min olması, korkmamak için yeterli bir sebep olmalıydı. “Acaba!” diye şüphe hissediyorsak ya da hissettiriliyorsa ortada iman zafiyeti var demektir. Çünkü Müslüman’ı tarif ederken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Müslüman elinden ve dilinden diğer Müslümanların güvende olduğu kimsedir.” buyurmaktadır. Böyle bir standart varken sırlar, emanet olarak görülmeyip ifşa ediliyorsa kişilerin çok sadaka vermesinin ahiret saadetine erdireceğini zannetmek aldanmaktan başka bir şey değildir.
Müyesser Parlak / ElifElif “İletişimdeki Hedeflerimiz ve Engellerimiz” Sonbahar Sayısı (2015-1436)
Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54
Comments are closed