Dünyanın yozlaşmış bir beyin tarafından tek merkezden yönetilmeye ve yönlendirilmeye başlandığı dönemlerden bu yana toplumda ciddi değişmeler vuku buldu. Ekonomik düzen değiştiği gibi sosyal hayat da bu değişimden nasibini alıp tepetaklak bir dönüşüm sürecine girdi. Bu vesileyle toplumsal rollerde de ciddi bir takım çarpıklıklar uhhâsıl oldu.
Kadın-erkek olgusunun değişmesi bir yana, modern akıl ilimleri kendince tasnife kalkıştı ve bu tasnif maalesef Müslümanlar tarafından hiç farkında olunmadan kabul edildi. Yavaş yavaş ve sinsice…
“Âlim” dediğimiz insanlar dahi pozitif-negatif ilim tanımlamalarına karşı dik duramaz hâle geldiler ya da en iyi ihtimalle sözleri dinlenmedi. Böylelikle dünyevi ilimler “pozitif” diye adlandırılırken kasten ya da değil, din ilimlerinin kısmetine de “negatif” ilim olmak düştü ki insanların ilme karşı duydukları hassasiyet ve gösterdikleri hürmetten mahrum kalsınlar -günümüz popüler tabiriyle bir nevi algı operasyonu-. Büyük cesaret, zira dinimiz ilimler arası ayırım yapmazken bu işe kalkıştılar ve sonuç ortada. İslam, matematik âlimi ile fıkıh âlimini ayrı görmezken. Nitekim en büyük âlimlerimiz -en yakın bildiğimiz Osmanlı dönemi âlimleri- sekiz dalda -Kur’an, fıkıh, tefsir, hadis, kelam, kimya, fizik, matematik, astronomi- ilim veren medreselerde eğitim görüp, yetişmişlerdir.
Yapılan bu sinsi politikalar Müslümanların dini ilimlere karşı yavaş yavaş soğumasını beraberinde getirdi. 18. yüzyıldan sonra özellikle batının bilim anlayışı hâkim olmaya başladı İslam topraklarında. Bilimde, batı ideal olarak görüldü ve bunun birkaç adım ötesine de gidildi. Daha sonra din anlayışının hâkimiyeti azalmaya başladı. Hâlbuki bu bir kompleksti ve batı -özellikle Haçlı İstilaları ile- bilim dediği şeyi biz Müslümanlardan almıştı. Özgüvenini (dinine) yitirmeye başlayan Müslümanlar batıya hayranlık beslemekle kalmadı, onların fikri yönünü de benimsemeye doğru bir yol aldı.
Bugün gelinen nokta ise ailelerimizde çok ciddi boyutlarda gözlemlenebilmektedir. Değişimin en acı taraflarından biri hiç şüphesiz ailelerin çocuklarını din ilimlerine layık görmemesidir. Aileyi toplumun çekirdeği kabul ettiğimize göre ona bakarak toplumun genel anlayış ve yaşayışını takdir edebiliriz. İlk olarak Müslümanlar üzerinde oynanan ve başarılı olamayan laik düşünce sistemi maalesef Hıristiyanlardan bize bulaştı. En başarılı tarafı ise, din ilimlerini önemseyen aile ya da kişiler ruhban Hıristiyanlar gibi yobazlıkla suçlandı. Hâlâ etkisi devam etmekte olan bu anlayış, ancak geçmişimize bakıp asıl “negatif “ duruşun batıda olduğunu, cehaletin kör kuyularından nasıl olup da bilim abidesi olarak çıktıklarını araştırıp cevabını bulduğumuzda son bulacaktır.
Örtü sorunu boyut değiştirdi…
Yaşadığımız topraklarda fikri sarsıntıların etkilediği bir mevzu da kadınların tahsilidir. Erkekler iş bahanesiyle din ilimlerini görmezden gelerek olaydan sıyrıldılar fakat kadınlarınki hiç de zannedildiği gibi olmadı. Erkek çocukların mühendislik gibi yüksek mevkide olması gerekiyordu çünkü toplum için ve yaşamını sürdürmesi için gerekli idi. Peki kadınların mühendisliği vs. neden farz gibi görüldü de din ilimlerine kapasitesi yetmeyen çocuklar kerhen gönderilmiş oldu? Bu sorunun cevabı yüzümüzün asıl dönük olduğu yön ile alakalı sıkıntıda olduğumuzun bir göstergesidir. Dinimizin yücelttiği ilimlerin değil dahası esasında İslam’ın bizzat tahsil edilmesini tavsiye ettiği ilimlerin batıya mal edilmiş hâli olan pozitif(!) biliminin fayda vereceği zannı galip gelmiştir.
“Başörtüsü sorunu” diye bir sorun ile karşılaştığımızda, okul yerine dinini tercih edenler büyük bir adım attılar. Fakat asıl imtihanın bu olmadığı o gün anlaşılamadıysa da bugün anlaşılmıştır. Üniversitede tahsil kapıları sonuna kadar başörtülülere açılmıştır lakin sorunumuz asıl şimdi başlamıştır. Dinimizin simgesini rahatça üzerinde taşıyarak okullara girebilenlerin kariyer hırsıyla boğuştuğunu tedirginlikle izliyoruz. Her ne kadar onlar neşeli kızlar olarak adlandırılsa da bir kısım insanlar tarafından, bir o kadar da sonunun nereye varacağı belli olmayan bir yolda oldukları açıktır. Şu reddedilemez bir gerçektir ki son on yılda başörtüsü sorunundan bu yana kadınların her alanda gayret ve ciddiyeti görülmektedir. Önümüzdeki senelerin mimarının kadınlar olacağı aşikâr fakat biz Müslümanlar olarak bunun neresinde yer almalıyız? Üniversitede pozitif(!) bilim öğrenen başörtülü kızların bahtiyarlığı niyedir?
Kariyer yaptıkları için midir, yoksa hizmet aşkından mıdır? Bu da şimdiye kadar bu meseleyi sorgulayan sayısını bilmediğim kadar insanın sordukları sorular gibi bir kenara atılacak bir soru olarak kalacak da olsa, sorması bizden, yanıtı…
Medrese çiçekleri…
Modernizm büyüsüne kapıldığımızın en bariz göstergesi hakiki ilim talebelerinin kıymetsizliğidir. Daha da üzücü tarafı âlâ ilimlerin kendilerine yâr olduğu kızların mutsuzluğudur. Birileri akademik sahalarda yapılan çalışmaları, kayda değer çalışmalar olarak gösterirken diğer taraftan asıl dinin bekçileri olan Kur’an talebelerini görmezden gelerek büyük bir yaraya yol açtıklarının farkında değildirler. Bu yara o kadar büyüktür ki itibarı iade edilmeyen her ehlin işine olan tutkusunu ve başarısını, dolayısıyla motivasyonunu kaybetmesi gibi açılan bu yara sayesinde Ümmet’in hilafete giden yolunun taşlarını döşeyen hakiki ilim sahibi kızlarının da şevk ve motivasyonları kırılmış ve Ümmet’in hakkına girilmiş olunur. Aldıkları ilmin onurunu içselleştiremiyorlarsa bu, Müslümanların bu ilimlere ve bu yolun yolcularına biçtiği değerin maalesef onların layık olduğu kadar olmayışındandır.
Biz biliyoruz ki gerçek ilim Allah’ın dinine hizmet eden ilimdir ve Müslümanlar bu şuurda yüzyıllarca ilmin her alanında büyük çalışmalara imza atmışlardır. Bugün Müslümanların bir gaflet eseri din ilimlerini hafife almaları asla bize güvensizlik hissi vermemelidir. Medrese çiçekleri bugün dünyaya meydan okuyacak bir ilim ve hikmet membaında olduklarının bilincinde başları dik yürüyebilmelidirler. Çünkü asıl olan asırlardır değer kaybetmeyen ilim hazinesi Kur’an’dır. Akademik eğitim alanlar ilmin hakkını vermenin üniversite okumak ya da kariyer yapmak değil Allah yolunda hizmet olduğunu bilmelidirler.
Gelecek, gerçek ilim talebesi olan, belki bugünün zevklerinden feragat edeni fakat moda sertifikalarının esaretinden kurtulmuş hür genç kızların eseri olacaktır. Ve asıl neşe o gün yaşanacaktır.
Üstat Necip Fazıl ne güzel söylemiştir;
“Yarın elbet bizim elbet bizimdir,
Gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir…”
Hediye Şen / ElifElif “Gençlik Özel” Kış Sayısı (2016-1437)
Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54
Comments are closed