Aklıselim, kişiyi selamete götüren akıl demektir. Dünya ve ahiret saadetini temel umde yapmış akıl, aklıselimdir. Akıl vahyin kabıdır, süzgeci değildir. Kur’an ve Sahih Sünnet için aklın anlayamayacağı bir şey olsa da kayıtsız şartsız teslimiyet şarttır. Ama Kur’an ve Sünnet haricindeki şeyler için akıl kap değil süzgeç olmalı ve kayıtsız şartsız kabul edilmemelidir.
Aklın vahyin süzgeci olması ne kadar yanlışsa vahiy dışındakilerin de süzgeçsiz olması ve sorgulanmadan kabul edilmesi o kadar yanlıştır. Kaynağı vahiy olmayan her şey sorgulanabilir. Masum olan sadece peygamberlerdir. Diğer insanlar ne kadar faziletli, ilim sahibi olursa olsun hatasız değildirler. Sözleri ve fikirleri kaynak teşkil etmez ve diğer insanları bağlamaz. Dört mezhep imamları da dâhil Ümmet’in önde gelen âlimleri sözlerinin Kur’an ve Sahih Sünnet’e mutabık olmaması durumunda terk edilmesini söylemişlerdir.
Yine bu âlimler bir konuda bir şey söylemişlerse delilini de ortaya koymuşlar; kıyas yapmışlarsa illetini beyan etmişlerdir.
Akıl faydalı ve zararlı olan şeyleri anlamak, iyiyi kötüden ayırt etmek için Allah Teâlâ’nın insanoğluna verdiği en büyük nimettir. Korunması gereken beş şey arasında yer alır. Kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesi fıkıhtır ve akıl ile elde edilir. Aklı giderecek, zarar verecek ve iptal edecek şeyler yasaklanmıştır. Sarhoşluk veren şeylerin yasaklanmasının hikmeti aklı iptal etmesindendir.
Aklı kullanmamak da iptal anlamı taşır. Çünkü bir şey var olduğu hâlde kullanılamıyorsa yok hükmündedir. Taklit ve taassup aklı iptal eden şeylerdendir. Mukallit ve mutaassıp kendi aklını kullanmayıp kendi yararına ve zararına olan şeyleri başkalarının eline teslim etmiş kişidir. Öncekilere körü körüne bağlılık ve bu bağlılıkta da tavizsizlik hemen hemen bütün peygamberlerin karşısına çıkan en önemli engel olmuştur. “Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun.” dendiği vakit de: “Yok, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız.” dediler. Ya ataları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez idiyseler de mi onlara uyacaklar?”
Aklı kullanmamak sefihliktir. “Beyinsiz-beyinsizlik” anlamında Kur’anî bir kavramdır sefihlik. Zıttı, ağır başlılık, tam akıllılıktır. Şeran da akıl ve dinin emir ve prensiplerinin aksine hareket etmektir. Sefahet; görüş ve düşüncede heva ve hevese uymak, akıl ile değil zevk ile hareket etmektir.
“Onlara: “İnsanların inandıkları gibi siz de inanın!” dense: “O beyinsizlerin inandığı gibi inanır mıyız?” derler. İyi bilin ki, asıl beyinsizler kendileridir fakat bilmezler.”
Tarih boyunca bütün aşırılıklar aklını kullanmayan beyinsizler –sefihler- tarafından gerçekleşmiştir. Bunlar genellikle mesuliyetten kaçan tembel yığınlardır. Kendilerine ait bir şeyleri yoktur. Ellerine tutuşturulanı tekrar eder dururlar. Doğru mudur yanlış mıdır düşünmezler. Çoğu zaman kimin tutuşturduğuna bile bakmazlar. Peşinden gittikleri apaçık bir yanlışlık yapsa bile “vardır bir bildiği” deyip geçiştirirler. Sanki cennet vizesini uydukları kişiler verecekmiş gibi kendilerini ona beğendirmeye çalışırlar. Kendilerini beğendirmek için gösterdikleri çabayı Allah’ı razı etmek için harcasalardı çok ihlaslı kul olurlardı herhâlde.
Beyinsizler –sefihler- aşırılıkta o kadar ileri giderler ki helake götürecek fiiller yapabilirler. Genleriyle oynanmış beyin olması gerektiği gibi değildir çünkü. Gözler kapatılmış, kulaklar tıkanmış, boyunlara takılmış iplerle arenaya sürüklenen bir canlıya dönüşmüştür artık.
İnsanlık için tasavvuru imkansız rezaletler, sefillikler arenada gösterime sunulur. “Musa, mikatımız için (tayin ettiğimiz vakitte tevbe için) kavminden yetmiş erkek seçti. Ne zaman ki bunları o sarsıntı yakaladı, işte o zaman Musa: “Rabbim!” dedi “Dileseydin bunları da beni de daha önce helâk ederdin. Şimdi bizi, içimizdeki o beyinsizlerin yaptıkları yüzünden helâk mi edeceksin? O iş de senin imtihanından başka bir şey değildi. Sen bu imtihanla dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de hidayete erdirirsin. Bizim velimiz sensin. Artık bizi bağışla, merhamet et, sen bağışlayanların en hayırlısısın.”
Hatib-i leyl (gece oduncusu), her bilgiyi dağarcığına dolduran kişiden kinayedir. Gece oduncusu heybesine varı yoğu doldururken bazen yılan ve çıyanları da alır.
Göz için ışık ne ise akıl için de vahiy odur. Gözünü ışığa kapatanlar görmekten mahrum olurlar. Aklı ile vahiy arasına engel koyanlar da doğru yoldan mahrum olurlar. Güneşin göz kamaştıran aydınlığını gecenin karanlığına tercih eden oduncu yılanların ve haşerelerin kurbanı olur. Vahyin nurlu aydınlığını taklit ve taassubun zifiri karanlığına tercih edenler de zan, şüphe, yalan, iftira ve cehaletin derin dehlizlerinde kaybolur.
Peki, odun toplamak için geceyi tercih edenler kimlerdir? Karanlığı aydınlığa değişenler kimlerdir? Hayatı pahasına ormanın tehlikelerine dalanlar kimlerdir? Güneşin batmasından sonra aklı başına gelen tembeller, aydınlığa çıkmaya cesareti olmayan suçlular, karanlığın tehlikelerinden habersiz gafiller, odunla yılan arasında farkı bilemeyecek kadar cahil budalalar, karanlığın şerrinden beslenen menfaatçiler ve bu menfaatçilerin tuzağına düşen haris dünyaperestler ile bunlara hizmeti kutsal bir görev bilen gönüllü köleler…
Aklını kullanmayan kimse aciz ve zavallı kimsedir. Sorgulamayan ve akıbetini düşünmeyen kişidir. “Akıllı kişi, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz kişi ise, nefsinin arzularına tabi olan ve Allah’tan (olmayacak şeyler) temenni edip duran kimsedir.” Kandırılmış ve aldatılmış kişidir. Çoğu zaman belli bir zümrenin şahsî menfaatleri için kullanılan tebadır. Vaatlerle, hayallerle ve rüyalarla aldatılan kişilerdir. Uyanmasına müsaade edilmeyen uyuşturulmuş kişilerdir. Bir hamle ile gözlerinin önündeki perdeyi kaldıracak, dillerindeki bağı çözecek mecalleri yoktur. Efendileri önündeki huşu namazlarında görülmez. Daha da ötesi bu hâllerini terbiye ve adap olarak isimlendirmeleridir. Efendilerinin emirlerini içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan yerine getirirler.
“Cemaatimize hoş geldin, artık beynine ihtiyacın yok” şeklinde tebasını çember içinde tutmaya çalışan toplulukların geleceği yoktur. Çember ne kadar genişlerse genişlesin fark etmez. Bayrağı bir öteye götürecek bireyler yetiştirmeyen ve buna müsaade etmeyen toplulukların ne geleceği olabilir ki? Ömer radıyallahu anhın örnekliği çok manidardır.
Huzeyfe bin Yeman radıyallahu anhın anlattığına göre: “Bir keresinde Ömer bin Hattab’ın yanına girdiğimde kendisini pek mahzun ve kederli gördüm. ‘Ey mü’minlerin emiri, seni tasalandıran nedir?’ diye sordum. Ömer: ‘Bir kötü iş içine düşerim de bana saygılarından dolayı kimse beni uyarmaz diye endişe ediyorum.’ dedi. Bunun üzerine ben kendisine: ‘Yeminle söylüyorum, senin haktan saptığını görürsek seni bundan menederiz, vazgeçmezsen kılıçla hakkından geliriz.’ dedim. Ömer bu sözüme sevindi ve: ‘Benim için eğrildiğimde beni düzeltecek arkadaşlar yaratan Allah’a hamdolsun.’ diye hamd etti.”
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “İyiliği emretmez, kötülüğe mani olmazsanız Allah başınıza şerlilerinizi musallat eder, sonra da kurtuluşunuz için iyilerinizin yapmış olduğu dualar kabul edilmez.”
Ali Güven/ ElifElif “Bayram, Eğlence ve Tatil Ahlakımız” Yaz Sayısı (2015-1436)
Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54
Comments are closed