emotionsİnsan olarak güçlü değiliz. Faniyiz, faniliğimiz de her aldığımız nefeste, her yudumladığımız lokmada hissettiğimiz bir gerçektir. Etten kemikteniz. Yoruluyoruz, sıkılıyoruz. Tükenen şeyleri kullanıyoruz. Sağlıklı iken bile hastalık endişesi taşıyoruz. Enteresan bir idrakimiz vardır: Dünyanın tamamına sahip olsak yok demeyiz ama yalnız kalmak da hoşumuza gider. Aslını bilmeyen için insan gerçekten bir muammadır. Rabbimiz bize, neyi neden yarattığını bildirdi de insanı ve diğer mahlûkatı aslı ile öğrenmiş olduk. Böyle bir bilgi kaynağı olmayanlar için insan, çözülebilir bir kimlik sahibi değildir. Konuşurken, yürürken büyük cüsseli insanların iş görürken, sıkıntılarla karşılaşınca ne kadar küçük ve çaresiz olduklarını görünce elde edilen sonuç budur. İnsan gerçekten acizdir, çaresizdir. Tek başına becerebileceği neredeyse hiçbir şeyi yoktur insanın. İnsan muhakkak, ikinci bir insanla beraber iken, insandan ne beklenebiliyorsa onu ortaya koyabilir. Bu ikinci insan, kimi zaman annesi, kimi zaman babası veya bir başkasıdır. Yeri gelir öğretmenidir. Yeri gelir arkadaşıdır. Bu ikinci kişi ile buluşma temin edilmedikçe insandan beklenebilecekleri beklemek zordur.

İnsanın ikincisi durumundaki en önemli ikinci insan, herkesin nikâhlandığı eşidir. Kadın nikâhlandığında, eşinin sığınağıdır. Aynı durum erkek için de geçerlidir. Erkek, nikâhla bir kadının eşi durumuna geldiğinde o kadın erkeğin sığınağı olur. Erkekteki ve kadındaki insan olmaktan kaynaklanan zafiyetler, birbirlerine destek olmaları ile nispeten de olsa telafi edilmiş olur. Allah Teâlâ’nın Rûm suresinin yirmi birinci ayetinde buyurduğu hakikat çok açık bir şekilde bunu izah etmektedir. Âyeti, bu anlayışla bir kere daha, hatta defalarca okuyup içimize sindirebiliriz. Böylece de, aile faciası olarak karşımıza çıkan mevcut afeti daha iyi değerlendirme fırsatı buluruz. Müslüman toplumların, asırlardan beri çözemediği, erkeklerin ikinci bir hanımla nikâhlanma temayüllerinin altındaki nedeni de yakalamış oluruz. Âyeti, kelime kelime okuyalım. Allah Teâlâ, kudretine delalet eden âyetleri sayarken, bir erkekle bir kadının nikâhlanıp karı koca olmalarının erkek açısından nasıl yorumlanması gerektiğini beyan buyurmaktadır:

“Kendileriyle huzur bulup sükûnete kavuşasınız diye sizin için kendinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve ilgi var etmesi de O’nun kudretinin işaretlerindendir.’

Evlenmenin ya da bir erkeğin bir kadını nikâhına almasının en temel nedeni bu ayette ‘huzur bulmak’ olarak gösterilmektedir. Kadın, mutfakta hazır yemek pişiren biri hatta sadece çocuk sahibi olma aracı bile değildir. Bilakis evlenmenin nedeni, huzur bulmaktır. Bir erkek, aradığı huzuru bulamadıktan sonra evlenmenin o erkek açısından bütün anlamları ikinci derecede kalmış anlamlar olacaktır. Bu konuya kadın açısından baktığımızda da kadının nikâhlanmasının birinci nedeni huzur kaynağı olmaktır. Huzur kaynağı olması aynı anda kendisinin de huzur bulmasını sağlayacaktır. Günümüz idrakinde, kadınların ve erkeklerin evlenmeyi, mobilya ve benzeri geçici, geçici olduğu kadar para ile temin edilebilir değerler üzerinden ele almaları afetin başlangıcı olmuştur. İnsan, insanlıktan kaynaklanan zafiyetlerini tamamlayacak ikinci bir insana sığınmak için evlenirken, huzurunu kaybeden bir insan olması ya da mevcut zafiyetlerini artırması karşımıza, adına huzursuzluk ya da boşanma dediğimiz sıkıntıları getirmektedir.

Nikâhın getirdiği, insanın zafiyetlerini ikinci bir insanla telafi etme imkânı, insan için başka hiçbir insanla giderilemeyecek çapta büyük bir fırsattır. Bu fırsat alternatifsiz olduğu için de kaybedildiğinde ya da işe yaramaz durumda olduğunda ortaya çıkan sıkıntının çapı büyük olmaktadır. İyi düşünülürse görülecektir ki, bir erkek veya kadına, nikâhlısının yakınlığı, aradaki yasakların kaldırılmış olması, anne baba evlat arasında bile yoktur. Kardeşler arasında hiç yoktur. Anne babanın evladı ile ilişkilerinde aşmaları caiz olmayan bir sınırdan söz edilebilirken karı/koca arasında kırmızıçizgi neredeyse yoktur. Bu da, evliliğe yüklenen misyonun ağırlığını ispat etmektedir. Bu ağırlık erkeğin kadından, kadının da erkekten beklentilerinin yansıması olarak önümüze çıkacaktır. Erkek, kadından hangi beklentiler içinde olursa olsun, kadının varlığı ile huzur bulma, iş ve hayat sıkıntısının yorgunluklarını giderme kadar haklı olabileceği bir beklentisi olamaz. Kadının da verebileceği en doğal ikramı bu olmalıdır.

Elbette erkek, kadınından huzur beklerken, veremediği huzuru ya da içini dolduramayacağı, bedelini ödeyemeyeceği bir huzuru bulamayacaktır. Zira kadının da, erkek kadar huzur ihtiyacı vardır. O da zafiyetleri bulunan bir insandır nihayetinde. Meseleyi, dikkatle sulanan ve budanan bir gül fidanına benzeterek anlayabiliriz. Gül görmek ve koklamak isteyenin, isteğini elde etmesi nasıl belli bir hizmete mecbur ediyorsa, erkek veya kadının birbirlerinden beklentileri de böyledir. Verenin alma hakkı olabilir. Alan da vermesini bilmelidir.

Zafiyetlerimiz

Erkek veya kadının zayıf noktaları sadece, etten kemikten olmaktan kaynaklanan noktalar değildir. Hastalık veya benzeri bilinen zafiyetlerin yanında duygusal zafiyetlerimiz de vardır. Bir ölüm sahnesinde, esasen insanın etine ve kemiğine bir zarar gelmediği hâlde insan yıkılmaktadır. Doğurup büyüttüğü çocuğun hastalığı anneyi babayı çökertebilmektedir. Çevre baskısı, komşu eziyeti, maddi imkânsızlıklar ezebilmektedir. Soğuktan üşüdüğünde de, üzüleceği bir söz dinlediğinde de insan zavallı kalır. Hiçbir dert olmasa bile akıllı ve düşünebilen bir insan için ölüm korkusu, hayatı kâbusa çevirmek için yeterli bir nedendir. Sürekli ardından kovalayan bir ölüm korkusundan daha etkin ne olabilir? İşleri iyi gitmeyen bir ev reisi zayıftır. Dersleri iyi gitmeyen bir öğrenci zayıftır. Babası/annesi hasta olan bir insan zayıftır. Hatta kız kardeşi doğum sancısı çeken bir bayan bitkindir. Bütün bunlar, insanın zafiyetinin hemen ortaya çıktığı ve bir desteğe ihtiyacı belirginleştiren binlerce örnekten sadece bir kaçı olabilir. Hayat meşakkatlerle doludur. Ve bütün meşakkatler de insan içindir.

Beled suresinin dördüncü âyeti önümüze büyük bir gerçek koymaktadır: ‘İnsan muhakkak zorluklar içinde yaratılmıştır.’

İnsanın zorlukları keşke, maişet sıkıntıları, hastalıklar ve benzerleri ile sınırlı olsa idi. Asıl zorluk alanlarından biri hatta en önemlisi, insanın ahiret kaygılarıdır. Cennet ve cehennem gerçeğinin ortasında her gece ölüm korkusu ile yatan ve sabah vaktinde kalkan bir insanın ya aklı eksik olması ya da ahireti münkir biri olması gerekir ki, endişesiz bir hayat yaşasın.

Erkek ve kadının, birbirlerinin insanlıktan kaynaklanan zafiyetleri için huzur kaynağı olurlarken belki de en önemli kaynaklıkları ahiret saadetini elde etmeye verecekleri destektir. Eşlerin birbirleri için, ahiret kazandıran konumunda olmaları asla ikinci plana itilemeyecek bir gerçektir. Buradaki destek olmayı sadece, eşlerin birbirlerini sabah namazına kaldırmaları olarak anlayamayız. Herhangi bir saatin de kurulduğunda yapabileceği bir işi, insan gibi mükerrem bir varlıktan ve nikâh gibi mukaddes bir davadan beklemek yanlış olur. Belki de yanlışlıktan öteye boş bir beklenti olur. Eşlerin birbirlerini, ebedî cehennem azabından korumaya yönelik destekleri asıl olandır. Kulluğu idrak etmede, neden yaratıldıklarını kavramada verecekleri destek çok daha önemlidir.

Şehvetlere karşı zafiyetlerimizin önemli bir bölümünü ancak nikâhlanarak telafi edebileceğimizi dikkate alırsak, evlenmiş olmanın aynı zamanda en önemli zafiyetimiz olan şehvetlerimize karşı yapılabileceğin en doğal olanını yapmış olmak olacağını bilmek gerekir.

Her Kadın Bir İtfaiyecidir

Gerçekçi olmalıyız. Şehvet, erkeği de kadını da kasıp kavurmaktadır. Bilhassa erkeğin şehvet imtihanı hiçbir şekilde dizginlenemez niteliktedir. Ne namaz kılıyor olmak ne de haccetmek, şehvete karşı teminat değildir. Şehvetin ateşini, Allah’ın adıyla akdedilmiş bir nikâhla beraber bulunulabilecek bir kadından başkası söndüremez. Bu bir kanundur. Bu kanun, ilk insandan beri vardır ve son insana kadar da devam edecektir. İnsan budur. İnsan böyledir. Bu nedenle mü’minler için yatak odaları bir itfaiye merkezi gibidir. Evlerimizin en önemli ve alternatifi olmayan mekânları oralardır. Mutfaklarımızın alternatifi vardır. Her büfe, her lokanta mutfaklarımızın helal alternatifleridir. Her park oturma odalarımızın alternatifidir. Yatak odalarımızın hiçbir helal alternatifi yoktur. Bu, Allah’ın koyduğu bir kanundur. Bedenlerimizin belli organlarla ayakta kalması kadar büyük bir kanundur bu. Erkek veya kadın, bu kanuna esiriz. Her ne kadar, erkeğin ateşini kadın söndürüyor olarak bilsek de, kadının da söndürürken kendi ateşini de söndürüyor olduğunu nasıl inkâr edebiliriz?

Her yatak odasının en temel niteliği budur; oda sahiplerinin ateşinin söndürülmesi, odanın asıl fonksiyonudur. Oda itfaiye, kadın da itfaiyecidir. Hiç kimse bu gerçeği evirip çevirmemelidir. Erkekler, kadının bu gücünü kabullenmelidir. Kadınlar da, böyle bir kaderle yaratılmış olmalarını kendileri için bir eziklik olarak görmemelidirler. Derelerin yukarı doğru akıtılması mümkün değildir. Bu dere, ilk insandan beri böyle akıyor, bundan sonra da böyle akacaktır.

Evlilik, böyle bir zafiyetimizi giderebilmemiz için Allah Teâlâ’nın önümüze koyduğu alternatiftir. Peygamberler başta olmak üzere bütün insanlar bu kanuna tabi olmuşlardır. Evlenmeyi cihat, kadını da mücahide olarak görmemizin nedeni burada gizlidir.

İnce Çizgiler

Kadının ve erkeğin bu görevlerinde kendilerini, özel bir hakkı kullanma salahiyetine sahip görmemeleri gerekiyor. Erkek de kadın de, Allah’ın kulları olarak Allah’ın çizgilerini korumakla mükelleftirler. Ezana icabet edip camiye intikal eden erkek, Allah’ın ve Peygamber aleyhisselamın kadını ona hangi hissiyatla emanet ettiğini bilmelidir. Kadın da, neyin karşılığı olarak eş ve anne olmaya vaat edilen müjdeleri hak edeceğini bilmelidir. Her ikisinin de gayet iyi bilmesi gereken önemli bir hakikat daha vardır. O hakikat de şudur: Şeytan, bu denli önemli bir alanı asla boş bırakmayacaktır. Madem insanlar, nikâh yoluyla birbirlerinin zafiyetlerini kapatıp, duygusallıklarını gidermektedirler şeytan da, o noktayı boşluğa alıp maksadını yakalamaya çalışacaktır. Binlerce seneden beri bu gerçek, mü’min kâfir bütün insanların gözü önünde gerçekleşmektedir. Şeytanın en büyük ilgi alanı nikâh alanı olduğu gibi mü’minlerin de en önemli cihatları bu alanda olacaktır.

Nureddin Yıldız Hocaefendinin Milli Gazetede Yayınlanan 10 Ekim 2013 tarihli yazısıdır.

Categories:

Comments are closed