16

İlk sözcük “selam”… Ardından Asr Suresi… “Hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna…” Sanki “Birbirimize hâlhatır sormayıp sabrı tavsiye edelim önce.” der gibi…

Fark eder mi, cennet gözünde tüten için dünya derdinin ne olduğu? “Nasılsın?” diye birbirlerine sorarken cevaptan önce “Bana Rabbimi hatırlat” anlamında bir bakış… Çünkü onların çocuğu, malı mülkü, her şeyi feda değil miydi Resûlullah’a? Demiyorlar mıydı “Anam babam sana feda olsun.” diye?

Elleri kavuşur samimiyetle sonra… Bakarlar kardeşlerinin gözünün tâ içine…Bir sıcaklık yayılır kalplerine; Asr Suresi ve birbirine sımsıkı sarılan eller ile…. Asr Suresi ile başlayan muhabbet, hiç boş sözlerle devam eder mi? Resûlullah aleyhisselamdan öğrendikleri her harfi, her davranışı, inen her ayeti heyecanla paylaşırlar birbirleriyle.

Hani bir gün iki arkadaş, savaştan hemen önce çekilip bir kıyıya, bir şeyler konuşuyorlardı. Ölüme az bir zaman kala ne konuşurlar sizce? Evlatlarını mı vasiyet ederler; yoksa geride kalan mallarını mı? Hayır! Açarlar ellerini tek dertleri; şehitliklerini garanti altına almak için birbirlerinin dualarına “Âmin!” dedirtmektir.

Hadi bu güne bakalım bir de… Hatta bir sohbet meclisine gidelim. Ne görürüz acaba? Samimiyetle birbirine kavuşan eller? Gözler aynı sıcaklığı verir mi sahabeninki kadar? Bir tefsir dersinden sonra, kaç dakika sürer tefekkürümüz mesela? Gözler uzaklara dalıp gider mi, ahiret tasasıyla? Cennet ayetleri okununca, coşar mı içimiz? Müjdeyi de tehdidi de ne kadar üzerimize alınırız?

Derdi dünya olanın, dünyalar kadar derdi oluyor. Oturumlarımızda da insanların kalbi neyle doluysa ağızlardan da o kelimeler boşalıyor. Birimiz mobilyasını, diğerimiz eşinin ona davranışını, gençlerimiz üniversite kaygısını, erkeklerimiz iş dünyasını anlata anlata bitiremedik. Hâlbuki biz de iman ediyoruz dünyanın geçici olduğuna. Sahabenin şehitlik maceralarını dinlerken gözyaşlarına boğuluyoruz…

Kur’an-ı Kerim’in tamamı, evlerimizin en başköşesinde ama gündemimiz çoğunlukla dünya… Onlar, bildikleri bir ayet için iman edip can verdiler; biz ise Kur’an’ın tamamını ezber biliyoruz ama gündem konusu yapamıyoruz. Arkadaş toplantılarımız, bizi daha da dünyaya doğru çekiyor.

Vehn Nasıl Oluşur?
Sevban radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdular ki:
‘Diğer milletler, tıpkı sofraya yemek için üşüşen insanlar gibi sizin üzerinize üşüşecekler.’ Bunun üzerine sahabeler şaşkınlıkla sorarlar:
‘Ya Resûlullah! O gün sayımız çok mu az olacak?’ Efendimiz sallalahu aleyhi vesellem: ‘Hayır! Bilakis, o gün sayınız çok olacak. Fakat siz -çokluğunuz- bir akıntıya taşınan çer-çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu silecek, sizin kalbinize de “vehn” verecek.’

Bunun üzerine sahabelerden biri sorar: ‘Vehn nedir ya Resûlullah?’ O da buyurdu ki: ‘Dünya sevgisi ve ölümü sevmemek, ondan nefret etmek.”

Günlük konuşmalarımızın bizi, dünyayı sevme hastalığına nasıl yavaş yavaş düçar ettiğinin farkına varmalıyız. Gündemlerimiz hayat tarzımızı belirliyor. Bir mecliste sıkıntılarını anlatan biri, sabır tavsiyesinden çok, sabırsızlık tavsiyesi ile muhatap oluyor.
“Müslüman” ve “dünya sevgisi” yan yana geldiğinde ise Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin hadisinin mucizesi ile bir kez daha karşılaşıyoruz. Dünya sevgisi, sadece ferdi hastalığa değil Ümmet olarak kötü bir sona ilerlememize neden oluyor.
“Dervişin fikri neyse zikri de odur.” derler. Şu da bir gerçek ki; bir derviş, dünya sevgisini anlatınca diğer dervişler de dünyaya çeviriyor gözlerini… Komşumuzun süslediği evi anlatmasından, arkadaşımızın gittiği tatilden bahsetmesinden, akraba çocuğunun aldığı diplomadan etkileniyoruz.
Dilimiz…

İmam Gazali rahmetullahi aleyh, dilin afetlerini konu aldığı bir eserinde dili şöyle tarif ediyor: “Dil, Allah Teâlâ’nın büyük nimetlerinden ve çok harika lütuflarındandır. O, cüssesi küçük ancak itaati ve günahı büyük organdır. Zira iman ve küfür, dilin şahitliği ile belli olur; ortaya çıkar. İman itaatin, küfür ise isyanın zirve noktasıdır. Dil; mevcut olan olmayan, Yaratıcı ve yaratılan, hayal edilen ve bilinen, zannedilen ve vehmedilen her şey hakkında konuşur; onları kabul veya inkâr eder. İlmin ulaştığı her ne varsa Hakk ya da batıl, dil onu anlatır. İlmin de alanı çok geniştir, hemen her tarafa uzanır.
Dilin işlevinin kapsamlılığı, başka hiçbir uzuvda yoktur. Bütün uzuvların işleri sınırlı olup her şeye ulaşamazlar. Dilin sahası geniştir. Engel olacak bir şeyi de mevcut değildir. Dil, hayırda da şerde de geniş bir alana sahiptir. Dilin dizginini serbest bırakanı, şeytan her yere götürür.”

Ne güzel ve nasıl da ufuk açıcı bir tariff. Dilimizin dizginini ne kadar kontrol edemiyorsak, şeytana o kadar pay vermişiz demektir. Dilin kemiği yok, sınırı yok… Haddimizi ve terbiyemizi bu uzvumuz belli eder.
Bir Müslüman olarak ferdi vazifem; dilimi korumak. Dilimi koruduğum oranda şeytan ile mücadelem netice verecektir. Hakk’ı konuşan ve gerektiğinde sabırla susabilen bir dil, Rabbimiz’in istediğidir.

Hediye Şen / ElifElif “İletişimdeki Hedeflerimiz ve Engellerimiz” Sonbahar Sayısı (2015-1436)

Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54 

Categories:

Comments are closed