“Bir gün Resûl-i Ekrem’in yanına bir adam gelerek şunları anlatmıştı:
‘Ya Resulallah, biz Cahiliye döneminde yaşamış insanlarız. Putlara tapar, çocukları öldürürdük. Benim bir kızım vardı. Büyüdüğünde, çağırdığım zaman yanıma sevinerek gelirdi. Bir gün yine onu çağırmıştım. Koşarak geldi, arkama düştü. Onu evimizin civarındaki bir kuyuya kadar götürdüm. Elinden tutup kuyuya atıverdim.Onun bana son sözü ‘Babacığım! Babacığım!’ demek oldu. Bunu duyan Resûl-i Ekrem, gözyaşları boşalıncaya kadar ağladı. Sahabelerden biri, bu olayı anlatan adama:
‘Be adam. Resulullah’ı hüzün içinde bıraktın’. dedi. Peygamber Efendimiz o sahabiye: ‘Onu kendi haline bırak, o kendi derdine çare aramaktadır.’ Buyurduktan sonra tekrar dertli babaya döndü ve: ‘Söylediklerini bir daha anlat!’ buyurdu. Adam, söylediklerini tekrarlayınca Resul-i Ekrem gözyaşları mübarek sakalını ıslatıncaya kadar ağladı. Gözyaşlarını sildikten sonra ona dönerek şöyle buyurdu:
‘Şüphesiz Allah, Müslüman olan kimsenin Cahiliye devrinde yaptıklarını affetmiştir. Bu sebeple sen yapman gereken işlere yeniden başla!”
Çağlardan 21, yıllardan 2016, aylardan Mart… Gözlerini makyaj malzemelerinin kapladığı Müslüman kızın gönlünü, karalar bağlamış belli. Gönlünde olmayanı gözünün önüne koymamayı hayat düsturu edinen Müslüman, gözünün önüne değil yüzüne sürer olmuş gönlündekini. Neydi değişen? Neydi farklı olan? Ashabın Resûlü ile bizim Resûlümüz aleyhisselam arasında var mıydı fark? “Çağ farkı var.” dediğinizi duyar gibiyim. Unutmayın ki biz, zamana sövmeyen bir Resûl’ün ümmetiyiz. Çağ değil bizi bu hâle getiren. Bizim en büyük düşmanımız, içimizdeki biz. İmanımız kısırlaşmış, meyvesiz bir ağaç gibi olmuş. Mevsimlik yaprak döken, sararan, kuruyan…
Kısacası; mevsimlik Müslümanlık yaşar olmuşuz. Hâl böyle olunca meyve vermemizi sağlayan toprak, üzerimize atılır olmuş. Tıpkı Cahiliye’deki mev’udenin üzerine atılan toprak gibi, nefesini kesmiş Müslüman kızın. Cahiliye’deki baba “Temizlen, süslen kızım; seni hısımlara götüreceğim.” der, sonra da onu kızgın çılgın çölde daha önce açtığı çukurun yanına götürür, “Bak kızım şuraya.” dedikten sonra onu çukura iter, üzerine toprak atmaya başlardı. Ta ki çukur dümdüz olana kadar. Şimdi belki kızıyoruz o babaya evladını gömdüğü için. Peki, soruyorum size! 21. yy.ın babaları ve anneleri bundan farklı bir şey mi yapıyor? Toprak mı atıyor çocuğunun üzerine, yoksa gönlüne serpilen toprağımı silkeliyor?
Çağlardan 21 Modern Çağ(!) Müslüman kul, Rabbi’nin yarattığıyla yarışır oldu; göğün mavisi, gökkuşağının renkleri, gülün kokusu aldattı genç Müslüman kızı. Dünyaya kaptırdı kendini. Gökkuşağını kıskandı ve onun kadar renkli olmak istedi sokakta. Gülün kokusuyla mest oldu; gül kadar güzel kokmak istedi caddelerde. Sema gönlünü doldurmuştu; sema kadar hayranlık uyandırmak istedi namahrem gönüllerde. Müslüman anne-baba ise cennet biletine sahip çıkamadı. “Seni gezmeye götüreceğim.” diyen Cahiliye’deki baba misali gömdü kızını, müsaade etti gönlünün de iffetinin de gömülmesine.
Cahiliyede gömülen kızlar için sakalı ıslanacak kadar gözyaşı döken Efendimiz aleyhisselam, asrımızda diri diri gömülen genç kızlara ne kadar gözyaşı dökerdi acaba? Onu bu kadar üzmeye, ağlatmaya hakkımız var mı? 20’sinde ölüp 60’ında gömülen genç kızlar! Gönlünüz nasıl dayanır buna?
ASRIMIZIN MEV’UDELERİ! Hem de suçsuz olmayanları! Siz de gömülüyorsunuz ey mü’mineler! Artık üzerinizdeki toprağı silkeleyip uyanma vakti gelmedi mi? Efendimizin aleyhisselamın gözyaşlarını silme vakti gelmedi mi sizce?
*Araplar kız çocuklarının gömülerek öldürülmesine ve’d, bu âdete ve’d’ul benât, gömülen kıza da mev’ûde derlerdi. (Âlûsî,III,42). Bu duruma Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde vurgu yapılmıştır: سُئِلَتْ الْمَوْؤُودَةُ وَإِذَا/ “Ve diri olarak gömülen kız çocuğuna sorulduğu zaman”
Rabia Güngör / ElifElif “Medeniyet” Bahar Sayısı (2016-1437)
Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54
Comments are closed