Ülkemiz sık aralıklarla anayasa değişikliği veya tartışmalarla karşı karşıya kalıyor. Türkiye Cumhuriyeti anayasasından başka anayasalarda değişmez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddeler var mıdır bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki Müslümanların zihinlerinde ve yaşayışlarında değişmez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddeleri olmalıdır. Mesela; biz Müslüman’ız. Rabbimiz Allah’tır. Peygamberimiz, liderimiz, başkomutanımız, başöğretmenimiz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemdir. Kitabımız; içinde hiçbir şüphe bulunmayan, geçmişten ve gelecekten haber veren Kur’an-ı Kerim’dir. Arzumuz, hedefimiz; Arş’ın gölgesi, cennet ve cemalullahtır. Korkumuz, endişemiz cehennemdir; ateştir. Bunlar bizim değişmez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddelerimizdir.
Yukarıdaki maddelere başka maddeler de eklemek istersek şunları ekleyebiliriz:
Ashab-ı kiram, bizim göz bebeğimizdir. Gözümüzden vazgeçeriz ama onları sevmekten vazgeçmeyiz. Dilimizin kesilmesine razıyızdır ama onlar hakkında kötü bir söz değil çağrışımı kötü olan bir kelimenin ağzımızdan çıkmasına razı değiliz. Kulaklarımız varsın olmasın ama yeter ki sahabe hakkında kötü bir şey duymayalım. Âlimlerimiz bizimdir, âlimlerimiz kadar ümmetiz, onlar kadar istikamet sahibiyiz. Bunlar da bizim değişmez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddelerimizdir.
“Bu değişmez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddeler bizim maddelerimiz olmasına rağmen sosyal hayatta neden izleri görülmüyor?” sorusu bizim cevabını aradığımız sorudur. Neden İslam’a ait birkaç motif, sosyal hayatımızda olunca unumuzu eleyip ipimizi asmamız gerektiğini vehmediyoruz? Mesela; içine birkaç limon parçacığının konulması bir keki limonlu kek yapabilir ama limondan kek yapmaz. İçine İslam’dan birkaç parçanın serpiştirilmesi sosyal hayatımızı yaşanır İslam kılmaz. Düğünü ile, cenazesi ile, okulu ile, yönetim şekli ile, ailesi ile, kurumsal kimliği ile bütün sosyal hayatımız İslam’a teslim olursa İslam’ın varlığından söz edebiliriz. Yoksa sermayenin önüne yeşil rengini getirmekle, bir şeyleri yeşile boyamakla, üzerine Bedir, Uhud isimlerini yazmakla hiçbir şey İslam’ın kendisi olmaz.
Sohbetle başlayan düğünlerin mahremiyet ölçülerine dikkat etmeden devam etmesi bize limonlu keki hatırlatır. Demokrasinin içinde birkaç meselenin İslam’a uymasının onu İslami yapmadığı gibi… Bu örnekleri evlerimize, vakıflarımıza, sokaklarımıza, aklımıza gelen her yere uyarlayabiliriz.
Mesela; evlerimizde her gün bir cüz Kur’an okunuyor olması bir evin İslamlığı için yeterli midir? Veya vakıflarımızda icra edilen faaliyetlerin kadın erkek ayrı ayrı icra edilmesi o vakfın “İslami vakıf” diye nitelendirilmesi için yeterli midir? Başka bir kritere ihtiyaç yok mu? Mesela; evlerimizde okunan Kur’an ile beraber televizyona kaç saat ayrıldığını da göz önüne almalı mıyız? Vakfımızın İslamiliğini ölçerken mahremiyet ile beraber Ümmeti bölen projelere imza atıp atmadığına da bakmalı mıyız?
İDEAL İSLAM TOPLUMU
Evlerimiz, vakıflarımız gibi toplumumuzun da İslamilik derecesini nelerle ölçebiliriz? Mesela; sokaklarında erkeklerin şalvar ve sarık ile gezdiği, kadınların da çarşaf ile gezdiği bir toplum için “İslami bir toplum” dememiz yeterli olur mu? Yoksa başka kriterlerde aramalı mıyız? Mesela; faizli bankaların ve içkili büfelerin olmadığı, herkesin hafız olduğu toplum için “İslami bir toplum” diyebilir miyiz? Örneklerin çoğaltılabileceğinin siz de farkındasınız. Gelmek istediğim yere hemen geleyim. Toplumumuzda neler olursa bu toplum, İslami bir toplum olur? İşte cevabı:
1- Bu toplumda farzların önünde hiçbir engel olmayacak. Namaz kılmak isteyenlerin, oruç tutmak isteyenlerin önüne en ufak bir tümsek çıkmayacak. Ne camiler ne de camiye giden yollar kapalı olmayacak.
2- Bu toplumda haramların önü tamamen kesilmiş olacak. Fabrikası olan içki, devlet tarafından işletilen faizli bankalar olmayacak. Haram işlemek isteyen, bunu devlete rağmen yapması gerekecek. Devletin haram olan şeylerin önünü kesmiş ve kimsenin alenen günaha bulaşamayacağı mekanizmayı üretmiş olması gerek.
3- Aradaki tuğla olan kardeşliğimiz olacak.
Bu kriterler sadece devlet veya toplum mefhumları için değil ailemiz için de vakfımız için de veya aklınıza ne geliyorsa hepsi için geçerlidir. Ailemizde farzlar yerine getirilip haramlardan kaçınılması İslami olması için yetmez. Bir de mü’min olmaları hasebiyle kardeş olan ama aslında karı-koca olan kişilerin ilişkileri ne durumda, ona da bakmalı. Haram olmayan bir yemek yenildikten sonra Allah’a hamd edilen bir evde hanıma teşekkür edilip edilmediği İslamilik derecemizi gösterir. Yalan konuşmayan bir çocuğa, Kur’an öğretilmesi ile beraber merhamet de gösterilip gösterilmediği İslamilik derecemiz için önemlidir. Camiye gidiyor, namaz kılıyor ve faizli hiçbir işlemde bulunmadığımız hâlde cami cemaati ile yani kardeşlerimizle ilişkilerimizin ne durumda olduğu bizim ne kadar İslami olduğumuzu gösterir bir belgedir.
“Farzlar, haramlar tamam.” dedikten sonra kardeşliğimiz ne durumda? Buna bakmak zorundayız. Kendimiz için istediğimizi kardeşimiz için de istiyor muyuz? Birileri kardeşlerimizden birini yerden yere vururken “Bir dakika dur! Biz onu senin bildiğin gibi bilmiyoruz.” deyip kardeşimizi gıyabında savunuyor muyuz? Kâbe’yi görüp gözyaşı akıttığımız gibi kardeşlerimizin derdine de ağlayabiliyor muyuz? Onların çocuklarına kendi çocuğumuz gibi bakabiliyor muyuz? Cevabı bizden beklenen bu soruları kendimize bir soralım.
ÜÇ MADDENİN EN ÖNEMLİSİ
“Kardeşlik” dediğimiz mefhum, üç madde arasındaki en önemli olanıdır. Çünkü aradaki tuğla odur. Farzların işlenmesini ve haramların işlenmemesini ancak kardeşliğimizi korursak başarabiliriz. Bugün insanların kredi kuyruklarında gezmesinin en büyük nedeni; onlara faizli bankalar kadar kardeş olamayışımızdan kaynaklanıyor. Üç beş Müslüman’ın bir araya gelerek kardeşlerine borç vermediğinden ötürü kardeşlerimizden birilerini bankaya köle olarak veriyoruz.
Çocuklarımızın evlenmesi için kardeşliğimizden daha fazla önem verdiğimiz mefhumları öne çıkarınca dede olacak yaşta bekâr kalan çocuklarımız oldu. Kardeşliğimizi unutmasaydık sabah namazına camiye giderken karşı komşumuzu da çağırmayı akıl edecektik. Eğer bugün farzlar az işlenip haramlar yaygın hâle geldiyse bu, aradaki tuğlayı yitirmiş olmamızdandır. Dertleşecek bir kardeşini bulamadığından dolayı insanlar uyuşturucu, içki ve sigara müptelası oluyor. Onu önemseyen kimse kalmadığını düşündüğünden çuvalla para verip kendisini psikologların odasında buluyor. Dışardaki onca evsiz, sayısız evi olanların kardeşliği unuttuğundan dışarda. Kendi alnının teri ile geceler boyu didinip kazandığın maldan zekât vermeyi dinimiz, kardeşlik bağı korunsun diye emrediyor. Çektin mi aradaki tuğlayı; İslam toplumu, İslam ailesi, İslam’a dair kurumlar yıkılır. Kardeşliğimizi korumayı şimdi sağlamazsak günü gelip kardeşliğe ihtiyacımız olduğunda bizi koruyan bir kardeşlik bulamayız.
Bu dinin Peygamberi aleyhisselam zekâtı emretmeden, tesettüre dair emirler gelmeden, orucu farz kılmadan, faizin haram kılınmasından önce hatta mescit bile inşa etmeden önce ilk yaptığı iş; Ensar-Muhacir kardeşliğini tesis etmekti. Herkesin birbirini kardeş gördüğü toplumlar ayakta kalır. Herkesin birbirinin kuyusunu kazdığı toplumlarda ise yıkılmak için düşmana bile gerek yoktur.
NEDİR BU KARDEŞLİK?
1- Gelmeyene gitmek, sormayanı sormak, vermeyen vermektir. Nasıl bizim yerimize namazı başkasına kıldıramıyorsak kardeşliğimizi tesis etmek için de kimseden bir şey beklemeye gerek yok. Değil mi ki kardeşlik bir ibadettir, gelmese de giderim, aramasa da ararım, vermese de veririm.
2- Kardeşlik fani değerler üzerine oturan bir ibadet değildir. Baki olan Allah’ın emrettiği ve mahşer meydanında bile devam edecek bir ibadettir kardeşlik. O yüzden geçici değerler üzerinden kardeşlik kurulmaz, istesek de kuramayız. Benimle aynı takımı tuttuğu için, benimle aynı memlekette doğduğu için, benimle aynı partiye oy verdiği için, benimle aynı vakıfta olduğu için değil benimle aynı Allah’a, Peygamber’e, Kitab’a inandığı için insanlar bizim kardeşimiz olur. Yüzümüz Kâbe’ye, ellerimiz semaya, yalvarmamız Rabbimize olduğu sürece kardeşlik için başka bir değer aramayız. Yüz sene önce olmayan, yüz sene sonrası da belli olmayan değerler üzerine kardeşlik bina edilmez.
3- Kardeşlik, haklı bile olsan cennetin ortasındaki köşkü elde etmek için tartışmaktan vazgeçmektir. Şeytanın en küçük bir farklılıktan dolayı koca koca kavgaları meydana getirdiği bir zamanda yüzde yüz haklı olduğu hâlde tartışmayı terk etmeyi başarabilen, Arş’ın gölgesinden kendisine yer beğensin. Her tartışma ortamı oluştuğunda şunu unutmamalıyız: Eğer tartıştığımız kişi kaba saba biri ise o bizi kıracaktır. Yok, eğer naif ve yumuşak biri ise biz onu kıracağızdır. Hele bir de bu dini bir mevzu ise olabildiğince uzak durmamız gerekir. 1438 yıldır çözülemeyen meseleleri Google’ın âlim kabul edildiği bir toplumda çözmeyi düşünebilmek, hangi kelime ile izah ediliyor bilmiyorum.
4- Kardeşlik, birbirini yıkayan iki el gibi olmaktır. Biri kirlendiğinde diğeri, onu temizlemeyi bilmelidir. Kardeşini günah çukurundan çıkarmak, kardeşlik görevimizdir. Günah çukuruna düştü mü onu orada bırakmak, insafsızlıktır. Kardeşimizin asıl o zaman kardeşliğimize ihtiyacı vardır. Onu şeytana terk edemeyiz.
5- Kardeşlik, onu en yücenin yanında anmakla olur. Yani dua ederken ismini anmadığımız, Allah’tan onun için hayrı istemediğimiz nasıl bizim kardeşimiz olur veya bu nasıl kardeşlik olur?
Biraz daha ironi ile ifade edecek olursak;
Kardeşlik, kardeşin için bir böbreğe razı olmaktır.
Kardeşlik, askerde nöbeti beş dakika erken teslim almaktır.
Kardeşlik, dolmuşta tek kişilik boş yere kardeşini oturtmaktır.
Kardeşlik; hak işte yanında, batıl işte karşısında olmaktır.
Kardeşlik, rahat yataktan vazgeçmektir.
Kardeşlik; bayat ekmeği kendine, tazesini karşı tarafa vermektir.
Kardeşlik, yemeğin sıcak olup olmadığını kontrol etmek için ilk kaşığı daldırmaktır.
Kardeşlik; sabah namazına uyandırmak, nafile oruca teşvik etmek, kolundan tutup sohbete götürmektir.
Kardeşlik, kitap tavsiyesinde bulunmaktır.
Kardeşlik, “Haydi gidiyoruz!” dendiğinde “Nereye?” diye sormamaktır.
Kardeşlik; ince düşünmek, ince konuşmak, kardeşliğin altını kalın kalın çizmektir.
Kardeşlik; teferruatlara takılmamaktır, en sevdiğinden vermektir. Yere düşenden değil daldakinden kopararak vermektir.
Kardeşlik, karındaşlıktır. Yediğinin içtiğinin ayrı gitmemesidir.
Kardeşlik; soğuk havada üşüyen, sıcak havada yanan, yemek parasını ödemek için ilk kalkan, yemekleri sünnetlemek için de en son kalkan olmaya razı olmaktır.
Kardeşlik, her an ölebilir düşüncesiyle kardeşine yaklaşmaktır.
ElifElif Dergisi -Sizden Gelenler-/ Yahya Güven
Comments are closed