İslam’ın şanlı bayrağını asırlar öncesinden bugüne taşıyan köprümüz olan ashap radıyallahu anhum cemian hep yiğitlik örnekleri ile yâd ediliyor. Bedir, Uhud, Hendek ve nice savaşların ardından kurulan İslam Devleti’nden ve dünyaya diz çöktüren halifelerimizden söz ediliyor. Onlar için “Allah’ın aslanı”, “Allah’ın kılıcı” diyoruz. Şiirler yazıyor “Yürüyüşün ölümü korkutuyordu” diyoruz. Bunları dinleyen hanım kardeşlerimiz ye’se kapılıp “Ama biz erkek değiliz ki” diyorlar. Ve yahut “ Onlar gibi olamayız, imkânlarımız sınırlı” diyorlar ve kendilerini Allah’a davet hususunda geri plana çekiyorlar. Bazı hanım sahabelerde aynı tereddüde düşüp Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme sormuşlardı ama davetten geri kalmayı akıllarından hiç geçirmemişlerdi.
Rivayet edildiğine göre bir gün bazı hanım sahabeler Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme gelerek her imkânın erkeklere ait olduğunu, kendilerinin hiçbir hususta hatırlanmadığını söyleyerek Resullullah sallallahu aleyhi ve selleme şikâyet etmişlerdi. Bunun üzerine:
“Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevazı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” ayet-i kerimesi nazil olmuştur.
O gün hanım sahabelerin endişeleri bu ayet ile nasıl silindiyse bugün de ihtiyacımız olan şey budur; Onların ıslah olduğu ile yeniden ıslah olmak. Ancak bugün toplumun yarısını oluşturan kız kardeşlerimiz, diğer yarısını da kucağında yetiştiren kadınlardan olduklarını unutuyorlar. Mühim olanın Allah’a kul olmak olduğunu unutuyorlar. Kadın veya erkek olsun kim daha iyi kul olmuşsa bayrağı kapar. Başka bir standardımız yoktur! Çünkü Rabbimiz; “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten nehyederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resulüne itaat ederler.” buyuruyor. Ayet-i kerimeden anladığımız üzere Allah’a davet hususunda ona itaat etmekten başka hangi şart aranıyor? Aynı mesuliyet erkeğiyle ve kadınıyla tüm Müslümanların omuzlarında değil mi? İyiliği emredip kötülükten nehyederek hep birlikte insanlığı bu kutlu davete çağırmalı, topyekûn bir diriliş hareketi başlatmalıyız.
Vakti zamanında diriliş meşalesi ilk tutuştuğunda onu söndürmek isteyen güruha karşı erkekler kadar hanım sahabelerin de nasıl direndiğini hatırlamak zorundayız. İslam güneşi doğup da kalpler küfrün karanlığından kurtulunca onu gelecek nesillere aktarmak için kadınıyla erkeğiyle nasıl gayret ettiklerini hatırlamak zorundayız.
Hanım sahabelerin içinden, İslam’ın ilk öğretmenlerinden; Ümmü Şerik’i, ilk davetçilerinden Rubeyyi Binti Muavviz’i, ilk hatibi olan; Esma Binti Yezid’i, ilk şairi; Hansa’yı, ilk tabibi; Şifa Binti Abdullah’ı radıyallahu anhunne cemian hatırlamalıyız. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile cihada çıkan ilk kadın sahabe Nesibe radıyallahu anhayı unutamayız. Küçük oğluyla beraber Uhud’a katılmıştı. Cihat meydanlarında erkekler gibi kılıç sallayıp son cihadında kolunu kaybetti ve on iki yerinden ağır yara aldı. O gün Nesibe’nin güç yetirdiğine bugün hangimiz göğüs gerebiliriz? Bugün nasıl olur da “kadın tebliğ yapamaz” diyebiliriz? Uğruna savaştığı din için canını fedaya hazır Nesibe’nin yaptığı tebliğ değil de neydi?
Ve hepsinden önce mü’minlerin annelerinden Âişe radıyallahu anhayı hatırlamak zorundayız. O, İslam’da ilk fıkıh âlimi olan kadındı. Hâlbuki o sıralarda henüz on dokuz yaşına ayak basmamıştı. Sahabenin büyükleri dinin esasları ve Kur’an-ı Kerim’in incelikleri hususunda son ve kesin sözü duymak için ona koşuyorlardı. Çünkü Âişe radıyallahu anha vahyin Medine’de en sık geldiği dönemlerde Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin daima yanında bulunmuştu. Âişe’nin kız kardeşi Esma’nın oğlu Urve: “Fıkıhta, tıpta, şiir ve Arap tarihinde Âişe derecesinde fazilete sahip hiçbir kimse görmedim,” demiştir.
Her alandan İslam’a sımsıkı sarılmış şu güzide hanımlara bir bakalım. Hangi alanda “Bizden bir şey olmaz.” dediler? Hangi alanda geri durdular? Aksine Allah’ın dinini yüceltmek için üstün bir gayret gösterdiler. Nerde neye ihtiyaç varsa oraya koştular, İslam bayrağını erkekler gibi omuzladılar. Onlar kendilerini yetersiz görmediler, dinleri için yapabilecekleri bir işin muhakkak bulunduğuna inandılar. Çünkü insanlığın hizmetkârlığı ile görevlendirilen Ümmet’in yarısını oluşturduklarını hiç unutmadılar. Yeri geldi elinden hiçbir iş gelmeyen zenci kadın Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin mescidini süpürmeyi düşündü. Eğer davet Allah’ı hep hatırlamak ve hatırlatmak ise bundan güzel bir davet olabilir mi? Ucunda Allah’ı razı edecek her iş, bir davet değil midir? Bugün bütün imkânlarımız ellerimizin altında olduğu hâlde bayanlar olarak davayı ucundan bile tutamıyoruz. Evet, herkes Âişe gibi fakihe olamayabilir. Ama bugün maalesef ki bir tane bile fakihemiz yok. Altı yüz sahabe dinini öğrenmek için Âişe’ye geldiği gün Âişe evine kapansaydı bugün biz ve bizden önceki nesiller İslam nimeti ile nasıl buluşurduk? Bugün aramızdan bazılarının bunu kendilerine hedef olarak koyup, “Ben biiznillah fakihe olacağım, ümmetimdeki bir boşluğu dolduracağım.” demeleri gerekmez mi?
Bugün İslam’ın bize nerede ihtiyacı olduğunu sorgulamalıyız. Bayanlar olarak fakihe olmak veya doktor olmak, mescit süpürmek veya mücahit evlatlar yetiştirmekten hangisi Allah’a davet değildir ki? Bu hayatta işe yarayan ne varsa onu yapan dinine hizmet etmiş, davasının adamı olmuş demektir. Allah için olduktan sonra yapılan hiçbir işi küçük göremeyiz. İslam’ı dört bir yanından omuzlayıp hayırda öncü nesilleri yetiştirmeliyiz. Bizler Allah’ın daha önce bunu ellerinde başarıya ulaştırdığı kimselerden daha zayıf değiliz. Gücümüzü onlarla aynı Allah’a iman etmiş olmaktan alıyor ve onlarla aynı cennete girmek istiyoruz. İslam sancağının o günlerdeki gibi diyar diyar dalgalanmasını istiyoruz. Ama onların gösterdiği çabanın neresindeyiz?
Nurşen Altuntaş / ElifElif “Gençlik Özel” Kış Sayısı (2015-1436)
Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54
Comments are closed