Rabbimiz Allah, kullarına sayısız nimetler vermiştir. Bu nimetlerin karşılığında ise kullarından kendisine hakkıyla iman etmelerini, O’nun hükümleriyle hayatlarını devam ettirmelerini istemiştir. İşte Allah’ın kullarına verdiği en büyük nimetlerden bir tanesi de Kudüs’tür. Kudüs İbrahim aleyhisselamdan bu yana yeryüzünün ikinci mukaddes, büyük ve bereketli kılınmış mabedidir.
Allahu Teâla ilk olarak Kudüs’ü Musa aleyhisselamın kavmine vadetmiştir. Fakat onlar Kudüs’ün kıymetini takdir edemediler ve Musa aleyhisselama Kudüs için savaşamayacaklarını söylediler. Bundan dolayı Allah da onların üzerine zillet damgası vurdu. Böylece yeryüzünde kırk yıl kadar başıboş, zelil bir hâlde dolaştılar. Ta ki o nesilden sonra Allah’a hakkıyla iman eden, O’nun hükümlerine uyan muvahhid Yahudiler yetişene kadar. Allah onlara Kudüs’ün fethini nasip etti. Ama çok geçmeden İsrailoğulları Allah’ın onlara verdiği bu nimete de nankörlük ettiler ve peygamberlerinin ardından hakkı batılla karıştırdılar. Peygamberlerini yalanladıkları yetmiyormuş gibi birçoğunu da öldürdüler. Oysaki Allah, Kudüs’ü sadece kendisine tam olarak teslim olan mü’minlere vadetmiştir. İsrailoğulları ise tevhid dininden uzaklaşmışlar, Allah’ın lanetini hak ederek zelil bir şekilde Kudüs’ten sürülmüşlerdir. Yahudiler beş bin yıldan beri Kudüs’ü tekrar ele geçirmenin hesaplarını yapmaktadırlar. Yahudilere göre bunu başarabilmenin yolu Filistin topraklarında ne pahasına olursa olsun bulunmak suretiyle bekledikleri Mesih’in gelişini hızlandırmaktır. Onlara göre Mesih, Kudüs’e gelip orada bir ‘Yahudi Devleti’ kuracak ve böylelikle Yahudiler de dünyanın tek hâkimi olacaklardır. Bu gayelerine ulaşmak için ebedî düşmanları olan Hıristiyanlarla birleşmekten çekinmemişlerdir. Çünkü ortak düşmanları mü’minlerdir.
Peki, Hıristiyanlar neden Yahudilere destek veriyorlar da Kudüs’ü ele geçirmeleri için bütün imkânlarını seferber ediyorlar?
Çünkü Hıristiyan âlemine göre Kudüs, batı uygarlığının doğudaki son kalesidir. İsrail bir Ortadoğu ülkesi değil, doğuda yer alan batılı bir ülkedir. Bu sebepten ötürü İsrail’e yardım etmek demek aslında batı dünyasının kendi menfaatini koruması demektir. Bunu itiraf eden Hollandalı aşırı sağcı Özgürlük Partisi Başkanı Geert Wilders: ‘Eğer Kudüs Müslümanların eline düşerse ardından Roma ve Atina da düşer.’ diyerek Yahudilere kendi çıkarları için destek vermeleri gerektiğini vurgulamıştır. Bu da bize küfrün tek millet olup hakla sürekli mücadele içinde bulunacağını göstermektedir. Kıymetini bilmeyip nankörlük etmeleri sebebiyle ellerinden alınan Kudüs’e yeniden sahip olabilmek için bütün yolları denemektedirler ama nafile.
Peki, Yahudi ve Hıristiyanlar için bu anlama gelen Kudüs, Müslümanlar için ne ifade ediyor? Müslümanların Kudüs’e bakış açıları nedir ya da nasıl bakmalıdırlar?
Kudüs, daha öncede belirttiğimiz gibi Rahman’ın mü’min kullarına vadettiği kutsal ve bereketli topraklardır. Kudüs Müslümanlar için sadece bir şehir değildir. O Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin devam ettirdiği hak davanın, kendisinden önceki merkez üssüdür. Nebilerin mekânı, mü’minlerin ilk kıblesi Muhammed sallalllahu aleyhi ve sellemin miraca yükseldiği kutsal mekândır.
Kudüs bizim imanımızdır, şerefimizdir, dinimizdir, izzetimizdir, varlık davamızdır. Kudüs mukaddestir çünkü o, tevhidin sembolüdür. Kudüs Efendimiz aleyhisselamın kendisinden önceki yüz yirmi dört bin peygambere imam olup namaz kıldırdığı yerdir. Yani Allah’ın tüm peygamberlerinin davasını Efendimiz aleyhisselama teslim ettiği ‘Artık senden sonra hiçbir peygamber gelmeyecek, İslam’dan başka hiçbir din insanlardan kabul edilmeyecektir.’ diye ilan ettiği yerdir. Bu Allah’ın Ümmeti Muhammed’i yeryüzünün tek sahibi kıldığı, hilafetin mü’minlerde olduğunun tescillenmesidir. Kudüs yüz yirmi dört bin peygamberin bize mirasıdır. Biz hak davanın varisleri olarak Allah’ın hükmünü yeryüzüne hâkim kılacak olan ümmetiz. Rabbimiz’in bu kutsal dava için bizi seçmesi bize lütfettiği en büyük nimetlerdendir. Her nimetin şükrü ise kendi cinsinden olmalıdır. Allah’ın kâinata hâkim olun diye verdiği Kudüs’ümüzü Arap-İsrail sorunu olarak görmek bu nimete yapılacak en büyük nankörlüktür. Bunu beğenmemek kıymetini takdir edememektir. Oysaki Kudüs’te bir toprak kavgası değil hak-batıl mücadelesi verilmektedir. Bu sebepten dolayı ki Yahudi ve Hıristiyanlar Kudüs’te Filistinli mü’minlerle değil Allah’ın yeryüzündeki halifeleriyle savaşmaktadırlar. Ve onlar bununla yeryüzünün imametini (hâkimiyetini) Müslümanların elinden almayı planlamaktadırlar. Ondan dolayı bizim Kudüs’e bakış açımız iki şekildedir. Birincisi imanî bakıştır ki bu Allah’ın bizi seçip yeryüzünün halifeleri kıldığına, buranın imarıyla görevlendirdiğine olan inancımızdır. İkincisi ise bu imanımızı hayata yansıtacak olan amelî bakışımızdır. Yani biz bugün ne yaparsak Kudüs’ü yeniden fethedebiliriz, Allah’ın bize verdiği bu nimete nankörlük etmeyip, İsrail oğullarının düştüğü yanlışa düşmeyiz? Zira Allah onları yeryüzünün halifeleri kılmıştı da onların buna nankörlük etmeleri sonucu zillet içinde yeryüzünde başıboş bırakmıştı.
Demek ki bizim Allah’ın nimetine şükredebilmemiz için Kudüs’ümüze sahip çıkmamız gerekmektedir. Bunu nasıl yapacağımızı da yine Rabbimiz’den öğreniyoruz. Rabbimiz Kudüs’ü ancak kendisine halis olarak iman edenlere vadettiğini buyurmaktadır. Demek ki bizim ilk önce tam bir tevekkülle Rabbimiz’in dinine; Kur’an ve Sünnet’e teslim olmamız gerekmektedir. Kur’an ve Sünnet’i hayatımızın merkezi hâline getirmek zorundayız. Kur’an çatısında bir İslam birliği kurarak adaleti yeryüzüne hâkim kılmalı, yaptırım gücü olan bir İslamî yapı oluşturmalıyız. Mü’minlerin sorumluluk alanlarının sadece kendi köy ve şehirlerinden ibaret olduğu yanılgısından kurtulup bütün kâinattan mesul oldukları gerçeğiyle yüzleşmelerini sağlamalıyız.
Müslümanların işçi değil de patron durumuna gelmeleri için bütün dünya Müslümanları olarak güçlerimizi birleştirip ortak bir pazarla batıya meydan okumak “Bu iş nasıl olacak?” sorusunun somut yanıtlarından biri olabilir mesela. Böylece maddî ve manevî açıdan güçlenen İslam’ın her türlü sözü söyleme hakkı doğacaktır. Biz Ümmeti Muhammed’iz. Sadece bir köyün, bir ülkenin ümmeti değiliz. Kâinat çapında bir birliktelik ve kalkınmayı başardığımızda Allah’ın izniyle hiçbir güç karşımızda duramayacaktır. Ümmetimizin içinde bulunduğu bu sıkıntılar Kudüs’ün fethinin şafağına işarettir. Yeter ki biz, Allah’ın nimetlerine nankörlük etmeyip şükrünü hakkıyla edebilelim.
Fatma Kara / ElifElif “Bayram, Eğlence ve Tatil Ahlakımız” Yaz Sayısı (2015-1436)
Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54
Comments are closed