Müslüman, hareket hâlinde olan insandır. Uyandığında, “niyet ettim Allah rızası için yaşamaya” diyerek güne başlar. Kulluk mücadelesini en iyi şekilde vermeye çalışarak gününü tamamlar. Bu esnada, yorulur, üzülür, sıkılır, güler, ağlar; diğer yandan ferahlamak, bu koşuşturmacada dinlenmek ister. Üzüntüde, şok anında Müslümanca bir tavır gösterdiği gibi; eğlencesi ve dinlencesinde de Müslümanca bir tavır içerisinde olmak zorundadır. Hayatını ölçülü yaşaması gerektiği gibi dinlenmesi, eğlenmesi de bir ölçü dâhilindedir. O hâlde, Müslüman’ın tatilinin nasıl ve ne şekilde olması konusunda da kendimize bir cevap aramamız lazım gelir.
“Ta’tîl” kelimesi Arapça olup “atâlet” kökünden türetilmiştir. Atalet, “işe yaramamak, boş, faaliyet dışı kalmak” demektir. Müslüman ve boş vakit, işe yaramamak kelimeleri yan yana gelmez. Bilakis Müslüman; meşgul insandır, faaliyet dışı değil faaliyet hâlinde olan şahıstır. Aktif olabilmesi için elbette ki dinlenmesi de gerekir. Azalan enerjisi, performansını etkilemesin diye uykusu dahi kıymetlidir.
Dinlenme ifadesine eşit olarak tatil olgusu oturtulduğundan beridir, eskiye oranla bu olgu Müslümanların aile ve sosyal çevrelerinde üzerinde sıkça konuşulan bir konu olmuştur. “Müslüman’ın vakti kıymetlidir.” kuralı gereği tatil mefhumunu, israf boyutuyla ele almalı, işe de vakit israfı olup olmadığını sorgulamakla başlamalıyız.
Gayesiz fiillerin faili olamayacağımıza göre eğlencemizde de bir amaca hizmet vardır. Dinleniriz. Çünkü işimize, daha aktif ve zinde devam edebilmek için dinlenmeye ihtiyacımız vardır. Eğleniriz. Çünkü mü’minin de eğlenebileceğini ve bunu helal dairesinden sapmadan da yapabileceğini göstermek bizim işimizdir. Müslüman’ın bu dünyada az bir vakti vardır. Bir ağaç altında gölgelenecek kadardır onun hayata verdiği kıymet. Vaktini israf ederek, tüketim çılgınlığında yerini almaz.
Sınırsız eğlence bizim anlayışımız olmamalıdır
Müslüman, elbette ki müreffeh bir yaşam sürdürme hakkına sahiptir. Elbette imkânı varsa en iyi şekilde yaşamalıdır. Çünkü iyiliği ve güzelliği hak eden, öncelikle Allah’a secde eğen başlardır. Bineğin, meskenin, eşyanın en iyisine layıktır. Kaliteyi mü’mine çok görmek yakışıksız bir durumdur zaten. Amma “komşusu açken tok yatan” anlayışından da uzaktır. Bir yandan yaparken; diğer taraftan yıkmaz. İslam, ne cimrilikten ne de israftan yanadır. İnsanı dengede tutar. Ancak Müslümanlar olarak, “en iyisini hak ediyoruz.” diye çıkarım yaparak ölçüyü mü aşıyoruz? Ya da “en iyisine layığız.” derken bunun sadece maddi boyutunu mu ele alıyoruz?
Müslümanların en büyük handikapı; batının modern dediği şeyi evirip çevirip kendi arzusuna göre uyarlamasıdır. Moderniteye karşı tamamen sağır kalmak da Müslümanca bir bakış değildir elbette. Çünkü Müslüman, ince anlayış sahibi olmalıdır. Neyi alıp, neyi almaması gerektiğini bilebilir.
İslam, zaten her çağda moderndir, itidal üzeredir. Birilerinin bir şekle bürümesine ihtiyacı yoktur. Bu şekil alma çabası, bizim düştüğümüz en büyük tuzaklardan biridir. Bu tuzaklardan biri de şu an dünyada gücünü gösteren kapitalizm tuzağı diyebiliriz. Müslümanlar olarak, kapitalist sistem ne diyorsa sorgusuz sualsiz alır olduk. Sormadan sadece tüketiyoruz, israf ediyoruz. Özellikle son yıllarda Müslümanlara sunulanlar acaba güzel bir imkân mıdır, imtihan mıdır? Mesela lüks tatil fırsatları veya kapalı alanlarda önümüze sunulan fırsatlar… Önceden birçok kapalı mekânda namazımızı ikame edecek mescitler dahi bulamazken; şimdi tüm imkânlar önümüze serilmiş durumda. Namazımızı geçirmemek için bulunduğumuz ortamda işimizi en kısa sürede halledip oradan çıkarken; şimdi imkânlar yakınımızda olduğu için en kısa sürede ibadetimizi yapıp kaldığımız yerden devam eder olduk.
Tabi ki Müslüman’ın bulunacağı yerde mescit de olacak. “Gereksiz, yanlıştır” demek düşünmeden önyargılı bir şekilde yaklaşmaktır. Ancak bir yandan bunu da sorgulamamız gerekir. Mü’min elindeki imkânları da ölçülü bir şekilde kullanmak zorundadır. Aksi israftır. Burada amacımız sistem suçlamak değildir. İyilikler bizden, kötülükler hep sistemden mi? Suçlayıp vicdan rahatlatmak da abestir. Asıl sıkıntı; bizim ölçüyü kaçırmamızdır, Müslümanca değerlendiremememizdendir. Kapitalist sistem için din, düşünce, inanç, duygu, merhamet önemli değildir. Onun istediği çok paranın sahibi olmaktır. Bu yüzden eğer siz para kazandıran, tüketen bir kitle olacaksanız; önünüze en güzel mescitleri, en iyi imkânları sunabilmenin çaresini bulurlar ki aman uyanıp ta bu dairenin dışına çıkmayın. An itibariyle sizi üzmez. Mesela; size “ayağını yorganına göre uzat!” hiç demez. Hele hele son yıllarda “İslamî tatil fırsatları, İslamî muhafazakâr otel’ gibi kapitalist reklamların nasıl yaygınlaştığını bir düşünelim. Bunun beraberinde de Müslümanların bakış açısını ele alalım. Cevap hemen “eğlenmek ve dinlenmek bizim de hakkımız, Müslüman neden iyiye, konfora sahip olmasın?” olacaktır. Elbette ki öyledir, kastettiğimiz hayattan keyif almadan zelil olarak yaşamak değildir. Ancak konumuzun başında da dediğimiz gibi “kime göre iyi, kime göre güzel?” Bunun cevabı, batının insanı sadece koşturup bir haftalığına ya da birkaç aylığına kenara çekilip tatil fırsatı sunması, bu ortamlarda aşırı israf tüketimine sebebiyet vermesi midir?
Fatma Başar / ElifElif “Bayram, Eğlence ve Tatil Ahlakımız” Yaz Sayısı (2015-1436)
Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54
Comments are closed