Biz ki yirmi birinci asrın mü’minleriyiz. Parmakları kenetlemese de yürekleri kenetlenmiş, aynı sofrada buluşamasalar da aynı havayı solumuş, aynı dili konuşamasalar da aynı cennete talip olmuş bir neslin devamıyız. Biz ki ilim sahibi olmayı okuma yazma bilmekten çok daha büyük mertebeye yerleştiren bir hocanın talebeleriyiz. Kul olarak doğduk. Ümmet bahçesinde büyüdük. Kur’an’la susuzluğumuzu giderdik. Yolumuzu sünnetle bulduk. Kılavuzumuz belliydi, çareyi aradığımızda hiç çaresiz kalmadık. On dört asır öncesinde peygamberin getirdiği muhteşem dinin, on dört asır sonraki savunucuları olduk.
Ümmet Farkı
Saadet asrıyla aramıza günler girdi, aylar, yıllar hatta asırlar girdi. Kur’an’ın vahyedildiği, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yaşadığı topraklarda doğmadık; aramıza mekânlar, yollar, denizler girdi. O mübarek nesilden farklı dili konuştuk, farklı dilde anlaştık.
Ama bütün farklılıklara rağmen; farklı ırklara, farklı dillere, farklı coğrafyalara rağmen Ebu Bekir radıyallahu anhın kıldığı namazın aynısını kılabilmek, İbni Abbas’ın haccını yapabilmek, Âişe radıyallahu anhanın dilindeki zikri mırıldanabilmek rahmet değil de nedir? Göremediğim Peygamberim’in görür gibi peşinden gidebilmek, yemeği hangi elle yediğini, hangi ağaçta nasıl dinlendiğini, tırnaklarını nasıl kestiğini bilmek başka hangi ümmete nasip olmuştur?
Kur’an sanki bugün inmiş gibi, Peygamberimiz sanki bugün yaşıyormuş gibidir. Kur’an ve Sünnet dilimizde, elimizde, zihnimizde, bilgisayarlarımızda, kütüphanemizdedir. Bu ilim hazinesi elbette Allah’ın dilemesiyle korunmuştur. Ama Allah’ın bu iş için seçtiği insanların bu şerefe layık olmak için gösterdikleri himmet başka hiçbir ümmetin adamlarına nasip olmamış bir himmettir. Kendisine vahyedilen kitabın Allah’tan geldiği şekilde korunması ve öğrettikleri hakikatlerin kıyamete kadar unutulmaması Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemden başka hiçbir peygambere nasip olmamıştır. Bu lütuf bu Ümmet’in farkıdır. Bu, hakiki ilmi bir sonraki nesle aktaran ve kıyamete kadar ulaştıran silsilede olmayı şeref saymak da bu Ümmet’in âlimlerine mahsustur.
Tevrat Ve İncil’in Akıbeti
Tevrat Musa alayhisselamın vefatından kısa bir süre sonra kendi yoldaşları tarafından tahrif edildi. Musa aleyhisselamın ümmeti peygamberlerinin bir sözlerini dahi taşıyamadılar asırlar sonrasına. Kendi çocuklarına öğretecek ilmi bulamayınca kendileri din diye kendi görüşlerini beyan ettiler. Vahiyden uzak bir nesil yetiştirdiler. O nesil de babalarından gördüklerini devam ettirdi. Boşlukları kendi heva ve heveslerine uygun kaidelerle doldurdular, aslı hakka dayananları da türlü bahanelerle istekleri doğrultusunda değiştirdiler. Allah’tan gelen dini kendilerine uygun hâle sokmaya çalıştılar. Allah dinini de rahmetini onların üzerinden çekti.
İsa aleyhisselamın ümmeti de ondan gelen vahyi ve ilmi koruyamadılar. Kendi nefislerine uygun bir din tahsis etmeye çalıştılar. Dini, yaşadıkları zamana uygun hâle getirmek istediler. Hayatlarını Allah’tan gelene ve peygamberlerinin öğrettiklerine uygun düzenleyemedikleri için dinlerini hayatlarına uygun şekle sokmak istediler. Allah onların elinden de bu dini aldı.
Bu dünyanın kanunlarından biri de şudur: “Sen ve Rabbin savaşın!” demek Musa aleyhisselamın yol arkadaşları gibi olmanın sonuçlarıyken, “Atını denize sürsen peşinden geliriz.” diyen Sa’d bin Ubade olmak bu Peygamber aleyhisselamın Ümmeti olmanın sonucudur. Bir tarafta dini üzerinden geçinen, dini için bir anlık keyfinden bile vazgeçemeyen bir güruh diğer tarafta dini için canını dahi hiçe sayan bir güruh.
Eslem Yelgün / ElifElif “Ailede İlim Özel” Bahar Sayısı (2015-1436)
Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54
Comments are closed