Rabb’imiz tarih boyunca insanlığı rehbersiz bırakmamış, yollarını her şaşırdıklarında tekrar bulmaları için peygamberler göndermiştir. Günümüzde ise aramızda etten kemikten bir peygamber dolaşmıyor. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden sonra peygamber gelmeyeceğine göre peygambersiz bir dönemde yaşıyoruz. O halde, gelişen olaylar ve değişen durumlar karşısında Ümmet-i Muhammed’in Allah’ın istediği gidişatta olması ne derece mümkündür?
Burada ayrılması gereken önemli bir nokta var. Peygambersiz dönemde yaşamak “peygambersiz yaşamak” demek değildir. Zira Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem giderken “Size iki şey bırakıyorum; onlara sıkıca sarıldığınız zaman asla yoldan sapmazsınız: Allah’ın Kitabı ve Resûlü’nün sünneti.” buyurmuştur.
Anlıyoruz ki, Kur’an ve Sünnet’e gereği gibi sarıldığımızda sapmamız imkânsız olacaktır. Bu ikisini hayatımızın merkezine yerleştirdiğimizde rehbersiz kalmamız da söz konusu değildir.
Geçmiş nesillerimize baktığımızda bu hadis-i şerife şehadetimiz gözle görmüş derecesinde sahih oluyor. İki kaynağın onlara hayat verdiğini, günümüzle kıyaslanamayacak işler yaptırdığını, bizim hayal edemeyeceklerimizi gerçekleştirdiğini görüyoruz.
“Sarılın ki sapmayın!” denilenlerden biri olan Kur’an’ın, değiştirilemeyeceği, tahrif olunamayacağı kesin bir bilgiyle mevcut. Sünnet de Kur’an’ın hayata uyarlanmış hali olduğuna göre, şu anda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin mirası olarak eksiksiz biçimde elimizde. Ancak bulunduğumuz hale baktığımızda, aklımıza bir soru takılıyor; Aynı hayat kaynağına sahip olduğumuz halde, Kur’an ve Sünnet bizim hayatımızda beklenen dönüşümü niçin gerçekleştirmiyor? Sapmadan yaşamanın garantisi bu iki kaynak olduğuna göre niçin bu durumdayız? İslâm âlemi olarak içimizde ve dışımızda bulunan bunca zilletin, acının ve ızdırabın nedeni nereden kaynaklanıyor? Geçmiş neslimizde olup bizde olmayan nedir?
Bu sorunun cevabını, sarıldığımızda yoldan sapmayacağımız kaynaktan alalım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Âlimler peygamberlerin vârisleridir.” diyerek bize çareyi açıkça gösteriyor.
Kendisine miras düşen kimselere varis denir. Âlimlere peygamberlerin olmayan malı miras düşmeyeceğine göre, hadiste geçen miras elbette ki ilimdir.
Miras mevcut, peki ya vâris?
Bu, ilim sahibi insanlar tamamen ortadan kalktı demek değildir. Fakat Kur’an’ın ve Sünnetin bizim kurtarıcımız olabilmesi için ilim kavramına toplumsal ve bireysel olarak tekrar bakmamız gerekir. Bu bakışta herkesin kendine göre yahut kamuoyuna göre belirlenen bir bakış olmamalıdır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin dizinin dibinden kalkmayan, dini birinci ağızdan öğrenen ve orijinal haliyle bize aktaranların bakış açısı olmalıdır.
Onların bakış açısıyla bakmalıyız ki onlar yani ashab kalp yönünden Ümmet’in en iyisiydi. O nesil ve ondan sonra gelen nesil ilim bakımından da insanların en deriniydiler. Onlar bizleri hatiplerin çok olup âlimlerin az olacağı zamana karşı uyarmışlardı. İlmi olmadığı halde sadece güzel konuştuğu için âlimlik koltuğunu işgal edenlerin var olacağı zamana karşı…
Sadece uyarmakla kalmamış, tehlikeye karşı ilacı birebir test ederek sabitlemişlerdi. Resûlullah aleyhisselamı başlarında kuş varmış da kıpırdasalar uçacakmış gibi dinleyişleri, hastalığın teşhisi ve tedavisindeki ciddiyetlerinin en bilindik örneklerindendi.
Sümeyye Sır / ElifElif “Ailede İlim Özel” Bahar Sayısı (2015-1436)
Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54
Comments are closed