mücahide kadınNureddin Yıldız hocanın, hem güncel hem köklü aile meselelerini masaya yatıran kitabı “Mücahide Kadın”, konuları ele almakla kalmayıp Kur’anî bir perspektifle hayatın her sahasında mücahede hâlindeki mücahide kadının profilini de çiziyor.
Aslında “kadın” meselesi, konuşulmaya başlanmadan evvel de biraz konuşulması gereken bir başlık. Neden kadın? Cins-i latif üzerine bunca kitap yazılırken erkeğin sadece bu kitapların (nötr anlamda) nesnesi olarak kalıyor oluşu tuhaf değil mi? Hem sosyal hem teolojik açılardan bunca problematike kapı açan bir kelimenin, aslında zıddının (mefhum-u muhalif) da merkeze alındığı çalışmaların en azından bir o kadar olması gerekmez mi? Görülen o ki gerekmezmiş. Ama kadının merkeze alınmak zorunda kalındığı ve etrafında dönen onlarca alt başlığın tahlil edildiği birçok kitap var. Ciddi kafalar “kadın” için çokça söylemiş ve yazmışlar. İnsanlık var oldukça da hem sosyal bilimciler hem de mütefekkirlerin zihnini meşgul edecektir “kadınlar”.
Kadın kadar erkek de konuşulmalıdır
Bununla bağlantılı olarak, İranlı mütefekkir ve âlim Mutahharî’nin “Kadın” kitabında tarihsel süreci temel alan geniş izahlar var. Varoluşçu bakış açısını sorgulamayı Mutahharî’nin kitabında kapsayıcı şekilde görmüyor olsak da tamamen bu duruma bigâne kalınmamış. Şöyle soruyor mesela: “İnsanlara birtakım haklar bahşeden hilkat ve tabiat, bu hakları iki cinsiyetli mi yaratmıştır yoksa bir cinsiyetli mi? Başka bir deyişle, acaba ‘erkeklik’ ve ‘dişilik’ unsurlarının sosyal görev ve haklar üzerinde bir fonksiyonu var mıdır? Yoksa tabiat açısından tekvin ve hilkat mantığına göre ‘hak’ ve ‘hukuk’ denilen şey tek cinsiyetli midir?” Bu sorularını kitabın ortalarına doğru yine kendisi cevaplıyor ve aslında bugün için belki de yanlış temel üzerine inşa edildiğini düşündürtecek bir konu başlığını düzeltmiş oluyor. Esasen “birey” ortak noktasında modern zamanda birleşen kadın ve erkeğin evvela insanî haysiyet açısından eşitliğin sağlanması için şart olan insanî haklarının eşitliğini zaten tartışmıyor; “ama” diyor, “bu eşit olan haklar, ‘aynı ve benzer’ de olmalı mıdır acaba?”
Herhâlde bunun bugün için birçok problemi giderecek devasa bir soruna dönüştüğü malumdur. Nureddin Yıldız hocanın kitabı bu meselelerden daha çok, günün getirdiği meselelerin dün var olan ve yarın da olacak kaidelere baskın çıkmasına itirazlar ve tavsiyeler niteliğinde. Bunu yaparken Kur’an’ın ve sahabenin anlam dünyasını referans vererek, fıkıh ilminin açmış olduğu ufkun ışığından faydalanmış yazar; reçete ise acilen Kur’an’a dönüş. Bu elbette çok da arkası dolu bir söylem gibi gözükmüyor burada ama kitapta içi doldurulmuş bir temel üzerine bina edildiği söylenebilir.
Meselenin “Neden hep kadın?” sorusunu içeren tarafında ise “genelde” diyor hoca efendi, “nasihat edilirken kadına hitap ediliyormuş gibi algılanır. Kadını, sorunun merkezi gibi görmekten kaynaklandığında bu haksızlıktır. Kadın kadar erkek de nasihat almalıdır.” Mevcut problemlerin tamamını kadına yıkmanın adil olmadığını fakat insanın aslı olarak kadını gören bakış açısı mevzubahis olunca kadının erkeğe göre biraz daha önce durduğunu söyleyip ekliyor: “Kadındaki hatalar erkeğe göre daha ağır sorunlara sebep oluyor. Bu da insana dair sıkıntıların konuşulduğu yerde kadından başlamayı, kadın ağırlıklı konuşmayı beraberinde getiriyor.”
Her ne kadar bugün için bu tedai çok büyük yara almış olsa da kadın denince ortaya bir de aile mefhumu çıkıyor. Aile içi tertibat/talimat ve ilişkilerin sosyal ve fıkhî boyutlarına dair tehlikeler ve ihtimaller üzerinde bugünkü aile ortamlarının hâl-i pürmelâlinin sebepleri ve çözümlerini inceliyor Nureddin hoca.
Ona göre sevgi, aile içindeki yegâne tutkal ama sevgiyi romantik bir bağ olarak algılayıp sevgiliye yalnızca kaşı gözü için sevdalanmak pek akıl kârı değil. Bu yolda bir çocuk sahibi olmanın da aile için hem sevginin kalıcılığına tesiri hem de cihadın (sözel-fiilî) sürdürülebilirliği için büyük faydası var: “Erkek, kadına bakarken veya kadın erkeğe bakarken mesela ikisinin ortak noktası olan çocuğu, sevginin kalması ve çoğalması için en büyük nedenlerden biri olarak görebilmelidirler. Çocuk, diğer eksiklikleri doldurabiliyorsa bizim için o, Allah’ın en büyük nimetlerinden biri olmuş demektir.” Bu bağlamda sevginin, idealist bir gerçeklik anlamında algılanması dikkate değer.
Kadının yegâne tesellisi: ‘Anneciğim’ sesi
Kitaptaki başlıklardan birinde “kadın konusunda samimiyet”e çağırdığı sekülerleşmiş liberal zihinlerin düştüğü zıtlığı ortaya çıkarırcasına kadının uzun zamandan beri eziyet altında olduğunu yazmış hoca efendi. Avrupa’nın bu husustaki ikiyüzlülüğüne de değinmiş ve on yıllar evvel Will Durant’ın kaleminden dökülen cümlelerle paralel bir bakış açısı sergilemiş. Durant şöyle yazmıştı: “Batı’nın yaptığı: Kadını kendi evinde ölesiye ve bir köle gibi çalışmaktan kurtarıp başkalarının mağara ve fabrikalarında ölesiye ve bir köle gibi çalışmaya mahkûm etmek.” Elbette Will Durant bunu, sanayileşmeyle birlikte işçi açığı ortaya çıkan Avrupa’daki burjuvaların, kadının evde adı konulmamış bir köle hâlinde olduğuna ve kurtarılmaya muhtaç oluşuna dair kampanyaları yürüttükten sonra asıl maksat (işçi açığını kapatmak için fabrikalarda erkeklerin popülasyon yetersizliğini gidermek) için onların kullanılmasına tepki niyetiyle söylemişti. Nureddin hocanın bakış açısına göre bugünkü nokta bundan çok da farklı değil. Onun bu konuları konuşurken dilinden düşürmediği “araba lastiği reklamında kullanılan kadın bedeni” örneğindeki bir nevi oksimoron üzerinde düşünmek kâfi olsa gerek.
Kadına zulüm konusunun bir başka veçhesini şöyle yazmış hoca efendi: “Kadın, anneliğe hasret ölmektedir. Doğum yapıp cennet kadını olmaya aday milyonlarca kadın, zoraki ve ameliyatlı bir iki doğum ile oyalanmıştır. Anneliğini yitiren kadının kendisi de yitiktir. Kadının şu fani dünyada en büyük tesellisi o cılız ‘anneciğim!’ sesidir. Bunun dışında kadını onurlandırabilecek hangi doğal çare vardır?”
Kadının çalışması meselesinde, esasen bazı zarurî iş sahalarında kadın uzmanlara ihtiyacın olduğunu düşünen biri olan hoca efendinin, kadın nüfusun iş dünyasının tamamına eklemlenmeye çalışılmasına ise hem kadın (anne) kimliğinin dejenere oluşu hem de toplumsal sonuçlar itibariyle itirazı var. Bunun aile mefhumuna darbe vurduğu da bir gerçek; hoca efendiye göre bugün az çok muhafazakârlıkla kendini tarif eden her kesimin savunageldiği ‘aile’, hem kavramsal hem reel zeminde içi boşaltılan bir alan: “Aile ve ev var. Bakanlığı da var. Devlet ve medya da ailenin arkasında durur. Herkes aile avukatı durumunda görülür. Aileyi oluşturacak şahsiyetler ise meydanda yoktur. Ailenin beli, ruhu ve özü durumundaki kadın evine sadece yatmak için geliyor olduktan sonra hangi aileyi mukaddes kabul edeceğiz biz, ailenin nesini koruyacağız?”
Kadın ve erkek birbirlerinin gömleğidir
Eşlerin birbirlerine olan hakları açısından bir ilişkiyi incelemek ne derece sağlıklı sonuç verir, orası tartışma konusu ama hoca efendinin kadına ve erkeğe, birbirlerini ‘eşler’ olarak görmek noktasında, işi daha ileri boyuta taşımayı tavsiye eden cümleleri var. Eşler birbirlerini eş olarak görürlerse bunun algıda epey geri bir mesafe olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Eşler, birbirlerinin eşi iseler, bu bakış tarzı dünyevî değerleri kullananların bakış tarzı olduğu için Kur’an düzeyini yansıtmamaktadır. Kuru bir aşk edebiyatını da kısır görürüz. Eşler, eğer Kur’an düzeyinde bir hayat yaşamak istiyorlarsa bu istek, onların birbirlerini ‘diğerinin gömleği’ olarak görmelerini gerektirecektir.” Evlerimizde Kur’an okunmasının bu bakış açısını zorunlu kıldığını söylemiş Nureddin hoca.
Ana-baba hakkının da ‘aile’ ve etrafındaki hassasiyetler/dikkatler/inceliklerde büyük katkısı var. Nureddin hoca efendinin ifadelerinden anlaşılan o ki, bu mesele ne örfün ne de asgarî şartların giderildiği kanunların yetkisine bırakılabilir. Hatta o kadar ki, “Bir Müslüman’ın” demiş hoca, “yaşlı olsun ya da genç olsun, anne-babasının hizmetinde bulunması kadar ahlak ve din kaynaklı bir görev neredeyse yok denecek kadar azdır.” Bunun tartışılabilecek bir konu başlığı olmaktan uzak olduğunu ve evladın anne-babaya hizmetinin bir ekstra olarak telakki edilemeyeceğini yazıp ekliyor: “Anne-babaya hizmet mahza dindir. Eğer bu ahlak değilse ahlak diye bir şey yoktur. Onların çocuklarından razı olması, Allah’ın kulundan razı olması niteliğindedir. Namaz ve oruç gibi ibadetler de onlara dair boşluğu doldurmaz.”
Durduğu nokta zaviyesinden bir kadın ve aile bakışı ortaya koyan eser için, mukaddesatın en temel başlıklarından olan ailenin müdafaanamesi de denilebilir. Aile, telafisi imkânsız bir kutsiyetle muhat ve bu kutsiyetin tek başına temsilcisi konumunda olan kişi ise anne.
Kitapta, yazımızda ele alınmayan başka başlıklar ve merkez dinamikleri de var ancak genel olarak anne kimlikli kadınlar ve aile etrafında bir dikkatler manzumesi olmuş. Eşlerin yatak odası, geniş aile içinde ailenin diğer üyeleriyle ilişkiler, çocuk eğitimi, kadın ve erkeğin aile içi hakları da ele alınmış konular arasında. Meraklıları kitabı Tahlil Yayınları’ndan edinebilir.

Nureddin Yıldız Hocaefendinin Mücahide Kadın isimli kitabının, dünyabizim.com sitesinde yayınlanan Mehmet Faik tahlilidir.

Categories:

Comments are closed