win-his-heartErkek ve kadın ne uzun süren bir tartışmanın içinde oldular; asırlardan beri ‘kadın mı, erkek mi?’ tartışması sürüp gidiyor. Neredeyse insan kadar köklü ve dallı budaklı bir sorun olarak önümüzde duran kadın/erkek sorununu yok saymamızın bir anlamı yoktur. Böyle bir sorun vardır. Anlaşılan insan var oldukça da sürmeye devam edecektir bu sorun. Allah Teâlâ’nın, üzerimizdeki kulluk kalitesini ölçmeyi murat ettiği bir şeyi nasıl yok edebiliriz ki? Kulluk imtihanımız kalkmayacağına göre bizim, o imtihanın bir parçası durumunda olan konuyu da kalkacak diye beklememiz mümkün olmaz. Mü’minler olarak bizden böyle bir istek de yoktur. Allah Teâlâ kimseye kadın ile erkek arasındaki sürtüşmeyi sonlandırma emri vermemiştir.

Böyle bir emir, şeytan ile insan arasında ilk insandan beri var olan mücadele için bile yoktur. İnsan var oldukça şeytan da var olacaktır. Mücadele de kesinlikle sürecektir. Kadın ve erkek tartışmasını da bu bakışla ele almakta yarar vardır. Kaldırmaya muktedir değiliz ama içinde erimeyi ve imtihan kaybetmeyi engelleyebiliriz. Böylece, önümüzde bir imtihan olarak duran sorundan rahmet çıkarmış, kendimizi kazandırmış oluruz. Biz kazanırız, tartışma devam eder; tıpkı insanla şeytan arasındaki tartışmada olduğu gibi.

Kadın ve erkek arasındaki sürtüşme bugün, dünya siyasetine etki eden, hatta siyasetin üzerinde yürütülmek istendiği en cazip konulardan biri olmuştur. Bu sürtüşme, dünya üzerinde din adına hükümran olmak isteyen güçlerle Müslümanlar arasında temel sorunlardan biri durumundadır. İslam’a ve Müslüman’a saldırmanın en kolay yollarından biri, kadını öne çıkarıp saldırmak yaklaşık iki asırdır müessir bir silah olarak kullanılmaktadır. Kadını ve kadına ait değerleri yok kabul eden geçmişini unutan Batı, İslam toprağında kadının erkeğin otoritesine kurban edildiğini dile getirmektedir. Bu ifade, zamanla beraber Müslüman olduğunu iddia edenler arasında bile dile getirilir olmuştur.

Evet, İslam ile müşerref olmanın gerektirdiği ağırlığı gösteremeyen ve nefislerinin hissiyatına esir düşen bazı erkekler, kadına eziyet etmişlerdir. Yaptıkları eziyeti, dine mal edenler de olmuştur. Tarihte veya bugün Müslümanlar arasında bunun örneklerini bulmak mümkündür. Bir veya bin örnek üzerinden bir topluma herhangi bir suç isnat edilebilir. Kitabı olan, Peygamber’inin Sünnet’i kayıtlı olan bir dine isnat edilebilecek bir eksiklik ya da arıza, o dine inanmışlara isnat edilen gibi olamaz. Akılla ve mantıkla düşünülecekse olmamalıdır da. Dinin kaynağı, ona iman edenler değildir. Din, Kur’an dinidir, Peygamber aleyhisselamın Sünnet’inin dinidir. Konunun adı ne olursa olsun ya da sorunun derinliği, tarihi bağları nereye dayanırsa dayansın, dinin temelleri olan Kur’an ve Sünnet’e dönmek, bu iki kaynağa göre karar vermek durumunda olmalıyız. Erkeğin kadınla, kadının erkekle sürtüşmesini, kazanılmış bir imtihana dönüştürmenin başka yolu bulunamaz. Sorun kalkmaz ama bu sorundan biz kazanabiliriz. Önceki nesillerin helakine sebep olmuş boyutta olsa bile bizim için kazanma vesilesi olması mümkündür.

‘Erkek Kadın Gibi Değildir’

Böyle bir söz, noktası konmadan tartışma oluşturacak bir söz durumundadır. Biz ise mü’minler olarak bu söze teslimiz. Güneş, başımızdan aşağı dururken ne kadar inkâr edilemez bir hakikat ise bu söz de o kadar hakikattir. Erkek kadın gibi değildir. Bu gerçek, bir erkek iddiası değildir, kadın itirafı da değildir. Erkeği de kadını da yaratan Allah’ın kanunudur: Erkek kadın gibi değildir.

İmran’ın karısına dair kıssayı anlatan Âl-i İmran suresinin 35 ve 36. âyetleri bu gerçeği önümüze koymaktadır. Artık bir mü’min, erkek de kadın gibidir ya da kadın da erkek gibidir sözünü telaffuz edemez. Kur’an’a iman etmek böyle bir sözü kullanmayı engeller. Hem Kur’an’a iman eden mü’min olmak hem de kadının da erkek gibi olacağını kabul etmek mümkün değildir. Yaratılışı itibariyle kadın farklıdır. Bu farklılık itibariyle de kadının sorumluluklarıyla erkeğin sorumlulukları arasında da muhakkak farklılık bulunacaktır. Yaşadığımız çağın anlayışı, kadınla erkeği eşit gibi görüyor olsa da bizim için Kur’an âyeti ile belirlenmiş bir ilkenin ötesi yoktur. Kur’an ve Kur’an Şeriat’ı kadını nerede ne görüyorsa ona iman eder, öyle kabulleniriz. Bunu da din görürüz.

Müslüman olarak, evlerimizdeki aile düzeni bu anlayış üzerine kurulu olsun isteriz. İsteriz ki erkek, kadınının kendisi gibi olmadığını, kendisinin de kadını gibi olamayacağını bilsin. Bu bilgi de onu, kadınının üstünde ezici bir güç kullanmaya sevk etme yerine, ondan doğacak boşlukları doldurma sorumluluğunu getirsin. Erkek, Allah Teâlâ’nın kadının erkekten geride olmasına dair hükmünün gerekçesini anlasın. Kadına mesela cihadı emretmeyişinin hikmetini bilmiş olsun. Cihadın bile emredilmediği bir kadından bekleneceklerin neler olabileceğini kavramış olsun. Erkeğin kadından farklılığının kadına tahakküm yerine, görev paylaşımında her şeyin yerli yerine oturtulması şeklinde gerçekleşsin.

Kadının erkek gibi olmamasının doğal sonuçlarından bazıları, kadının erkekten üstün olduğu noktalardır. Erkek, kadından üstün olarak belli noktalarda bulunabileceği gibi bunun aksi de olmaktadır. Bu da herkesin Allah’ın yarattığı ve kanunlaştırdığına razı olmasını gerektirmektedir. Mü’min iyi bilir ki, erkeğin belli noktalarda kadından daha üstün olması, Allah Teâlâ’nın erkeği daha çok sevmesinden ötürü değildir. İki cinsiyet arasında bir ayrım da yoktur. Her iki cinsiyet de Allah Teâlâ’nın nazarında kulluk mertebesi bakımından aynıdır. Allah katında özel bir değer ifade etmeyen şeylerin, esasen mü’min bir insan için de değerli olmaması gerekmektedir.

Tabii Olan

Ailede huzurun temeli erkekle kadının, aileyi oluşturan iki taraf olarak birbirlerinin varlığına bakışları ve birbirlerini tahammülleri üzerine kuruludur. Erkek kadını, kadın da erkeği takdir edebildiği sürece huzurdan söz edebiliriz. Böyle bir takdirin bulunduğu aile için çekirdek olmak, insanlık ve din adına bir beklenti içinde olmaktan söz edilebilir.

Erkekle kadının olaylara bakışında kesinlikle farklılık olacaktır. Küçük veya büyük sorunların çözümünde usul, yöntem kullanma kesinlikle kadın ve erkekte aynı olamaz. Birbirlerinin desteğine ihtiyacı algılama farkı bile söz konusudur. Erkek de bilmelidir bunu kadın da. Bu bilgi de her iki tarafı anlayışlı olmaya, kimliğine razı olmaya teşvik edecektir. Bunu bir tür, kaderine razı olmak şeklinde de algılayabiliriz.

Erkek, kendisi gibi bir kadın bekledikçe onu bulamayacaktır. Bulsa da o, kalbine huzur veren bir sekine olmayacaktır. Allah’ın kurduğu düzende kadın gibi kadın ve erkek gibi erkek, bereketin kaynağıdır. Tipi değiştirilmiş kadın da sunidir erkek de. Aynı şekilde kadının, kendisi gibi bir erkek arayışı yani kadın duygusallığı taşıyan bir erkeğin eşi olmayı beklemesi bir çocukluk olarak görülmelidir. Bunu biz, kesmeyen bir bıçak, acı olmayan biber, tat vermeyen şeker, sert olmayan taş beklemek şeklinde yorumlayabiliriz. Böyle bir yorumlama ancak mizah konusu olarak gerçekleşebilir. Hayatın gerçeğinde taşı taş, pamuğu pamuk olarak bilmek gerekir. Pamukta taş, taşta da pamuk arayışı beyhudedir.

Çabuk sinirlenmeleri, ayrıntılarla fazla ilgilenmeleri, geçmek istemeleri, iyiliği çabuk unutmaları veya erkeklerin kadınlar üzerinden yaptıkları tenkitlerin hangisi varsa her biri doğaldır. Kadın öyle yaratılmıştır. Onun için de adı kadındır. Kadınların erkekler üzerindeki bütün tenkitleri de doğaldır. Öyle oldukları için de adları erkek olmuştur zaten. Kadınlar tüysüz erkek beklentisi içinde olmamalıdırlar erkekler de tüylü kadın beklememelidirler. Dünyadayız ve imtihandayız. İmtihanımız belirleyen, şartlarımızı yaratan Allah’tır. Allah’ın işinde ise asla bir eksiklik yoktur.

En güzeli böyledir. Mükemmel olan budur. Beklentilerimizi abarttıkça bocalayan biz oluyoruz. Bunun için evlerimizdeki eşlerimiz bizim için huzur kaynağı olmuyor. Bunun için cennet bahçesi evler yerine bunaltan yuvalarda gün geçiriyoruz. Acilen evlerimize dönelim. Eşlerimizi bulalım. Allah’ın bizim için yarattığı eşlere, bizim profilini çizdiğimiz hayat gerçeğinde bulunması mümkün olmayan sanal eşlere değil. Filmlerden etkilenebiliriz ama hayatı filmleştiremeyiz. Gerçek budur, hayat böyledir. İmtihan da bu hayat üzerindendir.

Nureddin Yıldız Hocaefendinin Milli Gazetede yayınlanan 20 Haziran 2013 tarihli yazısıdır.

Categories:

Comments are closed