Kur’an’ımızın bize verdiği Âdem’in iki çocuğuna ait örnekten yola çıktığımızda şu gerçekle yüz yüze geliriz: Şu koca dünyada iki elin parmaklarını dolduramayacak kadar az insanın bulunduğu bir zamanda da iki kardeş anlaşamamış, biri diğerine zulmetmiştir.
İki gencin anlaşamaması, gençlerin ebeveynlerine ters düşmesi günümüzün meselesi değildir. Tarih kadar eski, insan kadar köklü bir sorun olarak durur gençlerin sorunları.
Gençlerin sorunları üzerinde iz sürüldüğünde görülecektir ki bu bir aile sorunu, eğitim sorunu, devletin siyaset sorunu olduğu kadar gencin kendisiyle de yaşadığı bir sorundur. Sorun bir fakirlik, zenginlik sorunu da değildir.
Zengin kadar fakir çocuk da sorun yaşıyor. Bazı sorunlarda ortak oldukları noktalar bulunmakla beraber, zenginin kendine göre, fakirin de kendine göre bir sorun yumağı vardır.
Daha da acayip olanı, çoğu gencin ızdırabını dindirmek için müdahale edecek birinin, o gençten ne sorunu bulunduğuna dair alabileceği bir cevabı da olmayışıdır. Gençler, bağırdıkları kadar belge çıkaramazlar. Öyle olur ki bağırmış olmak için bağırır, küsmüş olmak için küserler. Kimsenin onları anlamadığını söylerler; ama bir şey anlatmazlar veya anlatamazlar.
Anne babalarının anlayışsızlıklarını şikâyet ederler; fakat anlayış göstermezler. Sessiz kalarak, protesto ederek ses getirmeye çalışırlar. Kimi saçını başını dağıtarak, kimi uyumayarak, kimi üstünü başını dağıtarak rahatlamaya çalışır. Adına ‘gençlik’ denen sürecin geneli bu tür sıkıntılarla yoğun olarak geçmektedir.
Gençlerin sıkıntılarını yokuşa süren en önemli etkenler arasında anne babaların sabırsızlığı, aşırı idealist davranmaları, sözle ve talimatla ıslah etme arzuları, sözlü ve dayaklı ceza yöntemleri tercih etmeleri yadsınamaz. Ebeveynin bu tür davranışları, gençleri servisinden önce ehil olmayanı tarafından kurcalanmış bir teknik alet durumuna düşürmektedir.
Bu yüzden gençlerin ‘gençlik’ dönemlerine ait sıkıntıları ya daha uzun bir zaman almakta ya da iz bırakarak gitmektedir. Ebeveyn, asıl sorumluluk döneminin bu dönem olduğunu unutmadan vazifesini icra etmelidir.
Çağdaş bilimlerin desteğinde gelişen pedagojik kuralların bir kenara atılmayacak kadar önemli olduğunu kabul etmemiz gerekir. Ancak bu bilimin genel olarak batılı toplumlar üzerindeki araştırmalardan esinlenerek hazırlandığını, bu nedenle de pedagojinin de doktorluk yönlerinin bulunduğunu dikkatlerimizden kaçırmamalıyız.
Gençlik dönemini, sınırsız, saygısız, kuralsız geçirmeye yönelik tavsiyeleri kabullenemeyiz. Ömrün en verimli dönemini Allah’a isyanla geçirmeye teşvik eden hatta bunu tavsiye eden kuralları kabullenmemiz mümkün olmaz. Biz, onlardaki yararlı şeyleri almakla beraber bize ait olanla yolumuza devam etmek zorundayız.
Anne babalar, öncelikle Âdem’in iki çocuğu olayını unutmamalıdırlar. Ne kadar titiz davranılırsa davranılsın, önümüzde kader olarak yazılmış bulunan bir imtihan dönemi bulunacaktır. Anne babalar, kendi dönemlerine kıyas ederek veya çocuk üzerindeki yatırımlarından yola çıkarak, istedikleri kıvamda bir genç görmeyi arzu edebilirler. Bu arzunun gerçekleşmesi ise onların elinde değildir. En iyi için yatırım yapar, elinden geleni değerlendirirlerse imtihan denebilecek bir merhaleyi kazanma yoluna girmiş olurlar.
Anne babanın sabır kadar büyük bir silahı yoktur. Sabır meziyeti körelmiş ya da gelişmemiş bir anne veya baba kendi kuyusunu kazmanın ötesine geçemeyen tavırlar sergiler. Böyle birinin genci boşluğa itmekle, ateşe sürüklemek arasında, ya ona ya buna kayan tutumları yoğunlukta olur.
İstişare sünnetini ihmal etmeden, sabır ve istikrarla yol alınması halinde biiznillah, gençlik dönemine ait sorunlar aşılır. Yapılan her hata, atılan her aceleci adım en azından iyileşmede gecikme anlamına gelmektedir.
Gençlerin, gençlik dönemlerinde sıkıntılı günler geçirdikleri, insanlığın yüzlerce yıllık deneyimi ile sabittir. Anne babaların, kendi çocuklarını müstesna görmeleri, kendilerinin sıkıntılı bir çocukla cezalandırılmayı hak etmediklerini düşünmeleri, şeytanî vesvesedir.
Gençlik badiresinden geçmeyen olmadığı gibi, Allah’a kulluk açısından bizlerden ölçülemeyecek kadar iyi olan nice insanlar da bu sıkıntının bir çeşidini yaşamışlardır. Peygamberler arasında bile bu sıkıntıyı göğüsleyenler vardır. Peygamberlerin Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gibi çocukları olmadı. İyileri kadar iyi olmayanları da vardı.
İslam’ı en güzel yaşayan, cihadın en ulvisini yapan, ibadetlerinde kusur olmaması için gayret eden sahabiler dahi, istedikleri gibi çocuk yetiştiremediler. Allah Teâlâ onları da bir tür imtihan etti.
Ebeveynin ehli ile istişare etmemesi, aceleci davranıp sabır ilkelerini zorlaması bir kabahat olarak, gencin gençlikten kaynaklanan kabahatinden aşağı değildir.
Herkes yaratıldığı ve kendisine uygun görülen kaderine doğru koşmaktadır. Bizim çırpınışlarımız, sadece görevimizi yerine getirme anlamında bir değer ifade etmektedir.
Nureddin Yıldız Hocaefendinin Milat Gazetesinde yayınlanan 28.04.2012 tarihli yazısıdır.
Comments are closed