Mektup: Selamünaleyküm hocam, benim sorum “sade hayat”a dair olacak:
Ben 23 yaşında, 8 aylık evli bir gencim. Ve çevremdeki mü’min kimselerin ve de değer verdiğim âlimlerin hayatında göremediğim bir hayatı uzun süredir sorguluyorum. Şimdilerde ‘cimrinin zekatı’nı verip binlerce liralık perdeler ve halılarla ev döşemek; elbiseler, süsler almak çok normalleşti. Bizim küçücük evimizde salonumuzu oluşturan iki çekyat-bir masa “artık bir lokma bir hırka devri değil” sözleriyle Müslüman camia tarafından kınanır oldu. 50 liradan ucuz eşarp takmak salaşlık/bakımsızlık simgesi adeta… Hâlbuki biraz Saraçhane’ye, biraz sokakların kuytu köşelerine baktığımda bu eşyalar bile bana fazla geliyor. Eşim de ben de çok iyi üniversite ve bölümlerden mezunuz ve birkaç yıl içerisinde masterdan sonra iyi paralar kazanıp hali vakti gayet yerinde olan Müslümanların arasında yerimizi alacağız gibi görünüyor. Ancak tüm bu çarpıklıkların arasında iyi bir makam ve para sahibi olmak beni korkutuyor. Çünkü bir doktor/mühendis “kendine yakışır” bir evde oturmalı ve ona göre arabaya binmeli; dolayısıyla ona göre eşyalar almalı ve giyinmeli diye düşünülüyor ve tüm bunlar zekâtı verildiği için helal addediliyor. Bense zulümlerin ve sefaletin bilhassa Müslüman coğrafyalarda yaygınlaşmasına rağmen Türkiye Müslümanlarının hayatında zenginliğin ve teşhirciliğin bu denli artmasına anlam veremiyor ve artık işin içinden çıkamıyorum. Velhasıl, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu dönemde yaşasaydı nasıl bir eve, nasıl bir arabaya sahip olurdu merak ediyorum. Bir devlet reisi olarak tabiri caizse iki çekyat-bir masadan bir ev kurmaz mıydı? Bu meselenin ideali nedir? Bu bağlamda “Allah, kulunun üzerinde nimetin görülmesinden hoşnutluk duyar.” hadisini nasıl anlamak gerekir?
Cevap: Selamünaleyküm,
Bu yazdıklarınız doğrudur. Müslümanca denebilecek sözlerdir. İdeal olan da bunlardır. Buna itiraz edilebilecek bir durum yoktur. Meselenin pratiğine gelince size bazı hususları not düşmem gerekiyor. Umarım sizin için ve bizim için faydalı şeyler olur:
1 – Bu kâinatta ne varsa, Allah’ın haram ettikleri dışındaki her şey mü’min insanın hizmetindedir. Kâfirden önce mü’minindir her şey.
2 – İslam fakirlik dini değildir. Müslüman da fakru sefalet insanı değildir. Bilakis İslam dünyada yaşanır bir dindir. Dünyayı cennet zannetmedikten sonra dünyanın önümüze koyduğu nimetlerle bezenmiş bir hayat yaşamamız bize yasak değildir. Müslümanın iki çek yat ve bir minderle yaşaması diye bir kural yoktur. Evet, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin döneminde fakirlik genel görüntü idi. Bu doğrudur. Sadece o görüntüye bakarak ‘bugün gelse idi ne yapardı?’ gibi bir soru sorabiliriz. Size ben daha farklı bir açı çizeyim: Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme çok yakın günlerde belki bir yirmi sene sonrasında onun ilk talebeleri olan ashabı dünya nimetleri ile bezenmiş bir ortama sahip oldular. Bugünkü ifadelerle servet sahibi olanları oldu. Kimse onlara ‘sizi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem böyle görse ne yapardı?’ anlamında bir ikazda bulunmadı. Sizin de işaret ettiğiniz gibi zekâtı veriliyor ve Allah’tan alıkoymuyor olduktan sonra mal ve imkân sakıncalı değildir. Onlar için olmadı, sonraki nesiller için de olmayacaktır.
3 – ‘Daha iyisi, daha üstünü dünya nimetlerinden, fırsatlardan arınmış olmak değil midir?’
Evet, böyle bir sorgulama yapılabilir, ‘tamam mubah bile olsa uzak duralım’ denebilir. Böyle denmesinde de dinen bir sakınca olmaz. Bunun adına ZÜHD denmektedir. Zühd de tercih edilecek bir takva hayatıdır. Bunu kabul etmeliyiz.
Ne var ki, bu tarzı ‘olması gereken’ olarak öne çıkaramayız. Böyle bir anlayış meydandan kaçarak savaş kazanmak olur. Savaşı meydandan kaçarak değil meydanın içinde ezilmeden, tutsak olmadan kazanmak vardır.
Bu mantıkla baktığınızda yani dünya nimetleri elimizi kolumuzu bağlıyor, onlardan uzak duralım da dini hayatımız daha iyi olsun şeklindeki anlayışı şöyle yorumlarsak ne deriz? Madem şeytan, bu hayatta yaşıyor olduğumuz için bize tuzak kurmaktadır. Hayatımız da uzadıkça bu tuzağa yakalanma riski artıyor. O zaman Allah’tan hayatımızı kısmasını isteyelim. Kısa zamanda ölürsek şeytan riskinden de daha erken kurtuluruz denebilir mi? Bu ne kadar mantıksız ve yersiz ise hayatı kısır şartlarda yaşamak da o kadar yersizdir. Çünkü sizin teklifiniz ya da aklınızı kurcalayan ayrıntı, şimdi evdeki mobilyaya yöneltilmiş gibi duruyor. Bir zaman sonra peynirin de ucuzunu, yağsızını yemeye, tıbbı gereksiz bulmaya, ameliyata karşı çıkmaya doğru sevk edecektir. Bu ise bir yanılgıdır.
4 – Netice olarak şunu söylemeliyiz:
Müslüman teknolojiden, tabii güzelliklere kadar her şeyden istifade etmelidir. Helal ve sakıncasız olduğu sürece Allah’ın nimetlerini itelemek anlamsızdır. Müslüman zengin olmalıdır. En zengin olmalıdır. Karun kadar bile zengin olmalıdır ama Karunlaşmamalıdır. Anlamamız gereken husus şudur: Zengince veya fakirce nasıl yaşarsak yaşayalım, imtihan bizim imtihanımızdır. Asla fakirce yaşama tarzı zengince yaşama tarzından daha kolay bir imtihan oluşturmaz. Ne zenginin işi zordur ne de fakirin işi kolaydır. İmtihan imtihandır, kulun şu mu bu mu şeklindeki zikzakları, bir kilo demir mi ağırdır bir kilo pamuk mu? Yuvarlamacasındaki inceliğe benzer.
5 – Bu ayrıntılara takılmanızı sağlayan ortam ne ise onu değiştirmenizi tavsiye ederim size. Okuduğunuz kitapların, katıldığınız sohbetlerin değişmesi gerekiyorsa değiştirin. Mevcut bakışınız sizi iki aşırılığa sevk edebilir. Birincisi, çevrenizi daraltır; geçimsiz, her şeyi tenkit eden ve çevresini dağıtmış biri olursunuz. İkincisi ise, sizden öncekiler gibi şu anda tenkit ettiğinizden daha aşırı bir lükse dalarsınız, bugünkü sözlerinize de kendiniz bile gülüp geçersiniz. Bu da ömür israfıdır. Daha mutedil düşünmeye çalışmanızı tavsiye ederim size. Allah’a emanet olunuz.
Selamünaleyküm.
Kaynak: Fetva Meclisi
Comments are closed