Çanakkale, düşmanın son model silahlarına karşı gökçek yüzlü Mehmetçiklerin imandan örülmüş bir duvar misali canla başla yılmadan savaştığı yer. Kaba kuvvetin değil inancın, mertliğin ve iyiliğin kazandığı 1915 yılı Türk tarihinin alnına şeref ve şehâmet damgasını vuracak bir mucizeye gebe idi. İslamiyet’in yayılması için sayısız cihat yapan; doğudan batıya, kuzeyden güneye geniş bir alan Güneş’i Batmayan İmparatorluk olan Osmanlı’nın son demleri. Tevhid düşmanlarının Osmanlı menzillerine girerek ölüm kusacakları zamana tekabül eden ve hâlen binlerce milletin dilinde, ruhunda, tarihinde iz bırakan, yılmadan zafere koşan yiğitlerle doluydu Çanakkale. Küfrün ölüm kustuğu zamanda bir eşi daha olmayan destanını damarlarında akan asil kanlarıyla yazdı cihangir ruhlu Müslüman evlatları.
Çanakkale Savaşı göz göze, diş dişe amansız bir şekilde başlar. Ardından kandan dereler, öbek öbek cesetlerden tarlalar oluşur. Bütün bu ağır kayıplara rağmen asla umudunu yitirmediği, göğüslerinde yalnız şehadet şerbetini arzulayan Mehmetçik. Düşmanın en üstün deniz kuvvetleri, en müsait imkânları karşısında bile tüm meşakkatli şartlara rağmen göğsünü siper ederek savaştı; çiğnetmeyecekti imanını, vatanını, namusunu çiğnetmedi de elhamdülillah.
Masmavi denizi yediden yetmişe oluk oluk akan kanlarıyla al renge boyayan aziz kahramanların henüz iman, inanç ve vatan aşkına şahit olamayan, kendilerinden ve Çanakkale Savaşı’nı kazanacağından son derece emin olan düşmanlardan İngiliz Hükümeti’nin Akdeniz’deki filo komutanı Amiral Corden, savaş başladıktan sonra 2 Mart 1915 tarihli Londra’ya çektiği telgrafta şöyle diyordu: “Havalar müsait gittiği takdirde iki hafta sonra İstanbul’da olabileceğimizi ümit ediyorum.” ama bu mümkün olmamıştı, olmayacaktı da. Zira bu iki milletin harbi değil hak ile batılın savaşı idi. Ve şunu da çok iyi anladılar; değil İstanbul’u, gönlünde tevhid davası ile yanan gençlerden uğruna canını verdiği kutsal topraklardan bir avuç bile alamazlardı ve geldikleri gibi gideceklerdi. Çünkü Mehmetlerin, Ahmetlerin, Alilerin en büyük güçleri şüphesiz “Zafer İslam’ın olacaktır.” ayet-i kelimesi ile zafer müjdesine olan kalbi bağlılıktı. Karşılarında belki sayıca güçsüz bir ordu vardı ama bu orduyu yenmek o kadar kolay değildi. Çünkü bu ordunun askeri, kurşun yağmurlarının yeri ve göğü doldurduğu vakitte bile kendilerine süngülerinden mihrap yapıp yüce Allah’ın huzurunda namazını eda eden inanç abideleri hür gençler idi ve bu inanç onlara kurşun işlemez bir zırh oluşturmuştu subhanallah. Allah her zaman kendisine tam teslimiyet ve tevekkül edenlerden yana olmuştu ve bundan sonra da böyle olacaktır biiznillah.
Savaşın en kızıştığı ve iman ehli Mehmetçiklerin çok zor durumda olduğu 21 Ağustos 1915’te İhtilaf Devletleri Kumandanı İngiliz Generali, Sir Ian Hamilton: “Bu sefer İsmailoğlu Tepesi’ni hiçbir kuvvet elimizden kurtaramazdı. Ama sabahın erken saatlerinde durumda hiç umulmadık bir değişme başladı. Gittikçe yoğunlaşan bir sis etrafı göz gözü görmez hâle getirmişti. Top tüfek sesleri birer birer dindi ve cephe sustu. Allah Müslüman askerlerden yana idi.” Bu olay karşısında kumandan ruhen sarsılmıştı.
Her ne kadar altı yüz yıl tüm dünyaya hüküm süren, bu sebeple üstünde güneş batmayan Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarını işgal etmek kolay gözüküyor olsa da düşmana aşikâr olan bir şey vardı; bu toprakları bu kadar kolay işgal etmenin her yiğidin harcı olmadığı, hele de Koca Seyit gibi iki yüz yetmiş altı kiloluk top mermisini sırtlayıp “Ya Allah, bismillah!” diyerek önce şehit arkadaşlarına, ardından savaş gemilerine bakarak düşmanla savaşan ender ve aslan misali yiğitler dururken. Çanakkale Savaşı tüm hararetiyle sürerken düşmanın iman ehli Osmanlı milletine karşı tutum ve davranışları da değişiyordu. Zira kendilerine yamyam olarak anlatılan Türk askeri, düşmanına dahi gösterdiği anlayış ve davranışlarından dolayı ölümsüzleşmiş ve düşman askerlerinin güncelerinde bile hak ettiği yeri bulmuştur. Bir Anzak askerinin eşine gönderdiği mektupta: “Türkler hakkında duyduklarınıza inanmayınız, haklarında söylenenler abartının ötesinde kalmayıp yalan yanlış şeylerdir.” yazıyordu.
Savaş süresince her iki tarafta da sayısız kayıplar oldu. Bu kayıplar beraberinde açlık ve sefaleti de sürükledi. Cephede günlerce bir zeytin tanesi ve bir parça ekmekten oluşan azığı iletebilirsiniz ve vatan mücadelesi veren o cevherler kâh bunlardan bile yoksun kalıp günlerce aç durdu kâh günlerce bir yudum su ile harp etti. Yedeği olmayan gömleğini sargı bezi yapıp düşmanın yarasına saran merhamet deryası Müslüman vatan evlatlarının toprağı Çanakkale, şimdi bağrında saklamakta bu cevheri canları. Ezâlı geçen onca zaman boyunca Mehmetçiğin tüm imkânsızlıklara rağmen vazgeçmediği secdesi şüphesiz onları zaferle müjdelemesinin ötesinde cennetâsâ bir baharın muştusuyla karşılamıştı. Bu bahar tüm insanlığa kalıcı meyvelerini bıraktı; insanlık, merhametlik, yiğitlik ve vatanseverlik gibi…
Vatana başı kına yakılarak feda edilen Mehmetçikler “Allah yolunda savaşıp düşmanları öldüren ve öldürülen mü’minlerin canlarını, mallarını Allah cennet karşılığına satın almıştır. Cennet kendilerine söz verilen bir haktır.” ayetine nail olmak için bin defa düşmanla çarpışmayı, milyon defa vatan için ölmeyi yeğlediler.
Başka bir ayet-i kerimede: “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölü’ demeyiniz. Çünkü onlar hakikatte diridirler. Fakat siz anlayıp bilemezsiniz.” Müslüman yiğitler nasıl ki Çanakkale Savaşı’nda imanını, vatanını ve namusunu korumuşsa hâlen de korumaktadır ki altı diri olmasaydı ve korunuyor olmasaydı hâlen ölüm kusacaktı belki de bu topraklar. Müslüman Türk milletinin lehinde gelişen, onlarca mucizeye tanıklık eden düşman askeri en sonunda kelime-i şehadet ile yemin eden kahramanlara karşı ne Çanakkale’nin ne de vatanın tek bir parçasının bile geçilemediği, geçilemeyeceğini de karşılarında duran yediden yetmişe cesaret ve insanlık abidelerinden öğrendiler. Bütün bunların ötesinde düşmanların Osmanlı toprakları üzerine kurduğu hayalleri suya düşmekle birlikte Çanakkale Zaferi, Türk’ün imanla yaptığı mücadele tek dişi kalmış canavarın bağrında hep derin bir uhde olarak kalacaktır.
Çanakkale, bir devrin battığı yer; bir millettin anadan, yardan, candan vazgeçip vatan aşkına erdiği mübarek diyar. Şayet iman ve vatan aşkı olmasaydı o yüce gönüllerde belki de Müslüman Türk milleti bugün esaret altında olacaktı. Bütün varlığımızı; Kilitbahir, Conkbayır, Arıburnu, Gelibolu ve vatanın her karış toprağında imanıyla, ahlakıyla, örnek davranışlarıyla bu cennet vatanı miras bırakan kahraman şehitlerimize borçluyuz.
O müthiş dem de tasvir edilemez hâlet-i ruhiyesi Çanakkale’nin. En muazzam tasviri Mehmet Akif ERSOY görmeden o kızılca kıyameti kilometrelerce öteden yaptı. Ve ardından “Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı.” olduğunu en muhteşem sözcüklerle ifade etti.
Müslüman Türk kahramanlarının kutsal mekânı Çanakkale, her milletin kendinden bir parça bulduğu diyar. Sen ki Mehmetçikleri minnetle koynunda saklayan o şanlı yar. Şehitlik mertebesine erenlerin buluştuğu Cennetü’l Bahar…
ElifElif Dergisi Yazı Atölyesi / Meysun KILIÇ
Comments are closed