21
a- İbadette Büyük Ol:
Şuna iman ediyoruz: İnsanlar ve cinler olarak ibadet edelim diye yaratıldık. İbadette başarılı oldukça yaratılış gayemiz gerçekleşecektir. İbadetteki eksiklikler ise yaratılış gayemizi yıpratacaktır. Bir mü’min olarak yaratılış maksadımı gerçekleştirmede eksik kaldıktan sonra hangi eylemim o boşluğu doldurabilir? Bunun için şunu kesin bir ilke olarak tespit ederiz: Mü’min fertler de mü’min toplum da ibadetteki başarısı ve heyecanı kadar mü’mindir.

 
‘Özel hayat’ adı altında azdırılan şehvetler, peşinden sürüklenen zevkler neticede dünya hayatını ahiretin önüne geçirmeyi getirir. Dünya hayatı ahiretin önüne geçtiğinde de kulluk kalitesi düşer. Bu düşüş bir noktadan sonra dünyaya tapınma düzeyine doğru kayar ve kul, ahiretini satıp dünyasını alır. Esasen dünyası da elinden gider, ahireti de. Bu nedenle ibadeti yani kulluğu, dünyadan da nasibini unutmadan ahiret için yaşamak olarak anlarız. Ne para kazanmak ne evlenip yatak odası hayatı yaşamak ya da dünyanın güzellikleri arasında seyahat etmek, arkadaşlar edinip zevkli ortamlar oluşturmak; ibadete/kulluğa engel değildir. Engel olan Şeriatsız yani kuralsız iş yapmaktır. Kuralsız olduktan sonra insan camide bile ibadetsiz kalır. Kurallı olduktan sonra ise deniz kenarında yüzerken, bir piknik alanında mangal yaparken bile ibadette olmak mümkündür. Dinimizi iyi anlamak ve yaşamak zorundayız. İbadet kavramını camiye sıkıştırıp bırakmak ya da Ramazan ayına mahsus bir ince ayar gibi görmek, bizden önceki milletlerin hastalığı idi. Şimdi bu hastalığın bize de bulaşmış olduğunu görüyoruz ne yazık ki!

 
Bu ince çizgi üzerindeki bir ibadetin insanın düşüncelerinde büyük olma, büyüğe talip olma yönünde katkısı önemlidir. Zira Müslüman ‘Ben görmüyorsam da O, beni görüyor ya.’ mantığı ile Allah’a ibadet eder. İbadeti de hayatın bütününe yayınca o Müslüman, kendisini sürekli Allah’ın huzurunda bilecektir. Bu onu, bir yandan yanlışa karşı sürekli koruyacak bir yandan da yaptığını en iyisi ve en büyüğü olarak yapmaya sevk edecektir. İşte bizden beklenen Müslümanlık hayatı da budur, böyledir. Bunu biraz daha ileri götürüp Müslüman toplum içinde bir yarışa dönüştürmemiz Allah’ın emridir. İbadetlerimiz bir ‘İHSAN’ kalitesi yakalayıncaya kadar gayret etmemizi, Maide Suresi’nin kırk sekizinci ayetinde emretmektedir: ‘Hayır işlerinde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır.’

 
Bu yarıştaki ‘hayır işi’ Türkçe’de ilk akla gelen hayır değildir şüphesiz. Kulluk olan, Allah’ın razı olacağı işte hayır vardır. Bu namazdır, oruçtur, anne baba hizmetidir, sadaka vermektir, evlenmek evlendirmektir, camide i’tikâftır, cami imar etmektir, su çeşmesi yaptırmaktır, fakire infaktır, çocuk büyütmektir, Allah’ın sevap vereceği her şeydir. Bütün bunlarda yarışan bir mü’min olmamız da Rabbimiz’in bize emridir. Bu ve benzeri hususlarda yarışmamızı Rabbimiz emrettiğine göre böyle bir yarış içinde olmamız dahi ibadet kavramı içinde kalmaktadır.

 
Bu zamanda bu Ümmet’in genci olmayı, mesela; kolejlerde okumayıp dini içeriği olan okullarda okumakla yeterli görmemiz ağır bir yanlıştır. Eğer bu zamanda bu Ümmet’in genci olmayı Allah takdir buyurdu ise bir kuluna o kulundan, bu zamanda bu yarışa katılmasını da emrediyor demektir. İlgi ve çalışma alanımızı bu anlayışla belirlememiz gerekir.

 
Allah Teâlâ Enbiya Suresi’nde önceki kullarının ibadetlerini âdeta ‘müthiş örnekler’ olarak bize gösterdikten sonra yüz altıncı ayetinde şöyle buyurmaktadır: ‘Şüphesiz bunda gerçekten Allah’a kulluk edenler için ibretler ve mesajlar vardır.’

 
Özellikle yoğun olarak peygamberlerin anlatıldığı bu sureyi bitirirken Allah Teâlâ, onların konularını okuyan ve duyanlar olarak bize bir ‘ibret ve mesaj’ verildiğini buyurmaktadır. Bu bir davettir; yarışa, en ileriye koşmaya davettir. Bu Ümmet’in genci olmak, Muhammed aleyhisselamın ismine bitiştirilmiş bir vasıfla anılmak bir farktır. O fark, o vasıfla anılan herkesin üzerinde görülmelidir. Bilhassa gençler bu farkı tıpkı Abdullah bin Amr’ın dediği gibi göstermelidirler:

 
‘Bırak beni gücümü ve gençliğimi kullanayım.’

 
Dinimiz asla gençlerin diplomasız olmalarını emretmiyor. Okul okumalarına mani değildir. Genç yaşta iş sahibi olmalarını yasaklamıyor. Gezmelerine, şık giyinmelerine, kuaföre gitmelerine yasağı yoktur. Allah’ın bütün nimetleri bu Ümmet’in gençlerine helaldir. Yesinler, içsinler, giyinsinler, hatta meşru olanı ile eğlensinler de. Sıkıntı, bunların yapılmasında değildir. Bu Ümmet’in genci olup da diğer ümmetlerin gençleri gibi olmakta sıkıntı vardır. Namazı ucundan tutar gibi kılmakta, baş tıraşını kâfirlerin meşhurlarını taklit ederek yapmakta sıkıntı vardır. Kıyafetini, tesettür emrini yerine getirmekten çok birilerine benzeterek yapmakta sıkıntı vardır. Allah bu Ümmet’in gençlerini önceki peygamberlerin ibadetleri ile yarışmaya davet ederken Müslüman genç kızların, tesettürü bile şeytanın sinsi planlarına alet olacak şekilde kullanmaları ahiret geleceğimiz açısından sıkıntıdır. Namazdan oruca, Kur’an tilavetinden zikre kadar her alanda ibadeti bir yarış heyecanı ile sürdürmek bu Ümmet’in özelliğidir. Bu Ümmet’in gençlerinin heyecanı, bu heyecandır. Allah ondan razı olsun; Abdullah bir Amr, ne yüksek heyecanla ve içten bir sesle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin ona şefkatle yaklaşan talimatına o delikanlıca cevabı vermişti:

 
‘Bırak beni gücümü ve gençliğimi kullanayım.’

 
Bu kullanmanın, bizim ‘kullanmak’ sözcüğü ile kastettiğimiz konular arasında ne denli derin uçurumlar vardır kim bilir! Bu cümlenin sahibi Abdullah, ‘Çok Kur’an okuyorsun, daha az oku.’ ekseninde bir konuşmada bu cümleyi kullanmıştı. Cümle, konuşma ekseninde toparlandığında şöyle anlaşılıyor:

 
‘Bırak beni ya Resûlullah, gücümü ve gençliğimi Kur’an için daha çok kullanayım!’

 
O, bu Ümmet’in ilk gençlerindendi. Hayata böyle bakıyordu. Kur’an’a böyle sahip çıkmak istiyordu. Heyecan dolu idi. Heyecanını belki de yanlış denebilecek bir şekilde sevgili Peygamber’ine karşı bile kullanmak istedi.

 
Artık uzun sözlere, ara sloganlara ne gerek var; Allah ondan razı olsun, Abdullah bin Amr, asırların eskitemeyeceği güçlü bir mesaj bırakıp gitti. Öyle bir söz söyledi ki, bu Ümmet’in bütün gençleri, onu avuçlarının içine yazıp yaşamaya mecburdurlar:

 
‘Bırak beni gücümü ve gençliğimi kullanayım.’

 
Eğer biz ibadet ve kulluk konusunda bir eksiklik üzerinde duracaksak şu Ebu Hureyre hadisini tekrar okuyabiliriz:
‘Peygamberlerden biri savaşa gidecekti. Kavmine dedi ki:

 
– Bir kadınla evlenmiş ancak henüz zifafa girmemiş ama zifafa girmek isteyen,
– Evler inşa edip de henüz tavanını kapatmamış olan,
– Koyun veya gebe develer satın almış ve onların doğumunu bekleyen kimse benimle gelmesin.’ (Buharî, 3124; Müslim, 1747)
O peygamberin hangi peygamber olduğu önemli değildir. Konunun da evlilik, evin çatısı, gebe koyun olması da gerekmiyor. Ne çatılarımız var şimdi Allah’a kullukta önümüze engel olarak çıkan. Ne sorunlarla yoğrulup kulluğumuzu ihmal ediyoruz. Herkes kendi çatısını ve koyununu bilebilir, bulabilir.

 
Biz dönüp şu sözü bu Ümmet’in gençleri olarak avuçlarımıza yazalım:

 
‘Bırak beni gücümü ve gençliğimi kullanayım.’

 

 

b- Nesil yetiştirmede büyük ol, büyük düşün:

 
Bu Ümmet kalitesinde ve azametinde düşünce sahibi bir mü’min, nesil yetiştirme alanında kapasitesini gösterebilir. Biz, Ümmet olarak insanlar ve cinler diye bir kitleyi ihtiva ediyoruz. İnsan için varız. İnsanı eğitmek, insanı cennete hazırlamak için varız. Kendimiz ve diğer insanlar olarak başarımızda ölçü budur. Yaşadığımız hayatın en ağır imtihanlarından biri de bu imtihandır. İmanını ve dava heyecanını senden sonrakine aktarabilmen başarı için iyi bir ölçüdür. Şüphesiz kalpler Allah’ın elindedir; O, dilediği kulunu dilediği yöne hidayet etmektedir. Biz beşer olarak hükmeden durumda olamıyoruz. Kimseyi şu iyiliğe sevkte veya şu kötülükten kurtarmada kesin sözümüz olamaz. Vazifemiz de bu değildir esasen. Bizim vazifemiz, mesuliyetini taşıdığımız insanların Allah’a kullukta geri kalmamaları için mücadele ediyor olmamızdır. Çocuklarımızın yetiştirilmesini bu pencereden ele almaya mecburuz. Sorumluyuz, mesuliyet alanımızdadırlar ama karar Allah’ın kararıdır. Bizim karar verme yetkimiz yoktur. Başta peygamberler olmak üzere Allah’ın dostlarından nicesi kullukta kendi üzerlerindeki muvaffakıyeti aile içindeki fertlere istedikleri gibi aktaramadılar. Peygamberlerden bile bunun örnekleri vardır ve bu örnekler kitabımız Kur’an’da geçmektedir. İbrahim aleyhisselamın babası üzerinde başarısı olmamıştır. Bu başarısızlık onun Allah katındaki değerini de düşürmemiştir. O üzerine düşeni yapmış, gerisini de Allah’a bırakmıştır.

 
Bugün bizim, ‘üzerimize düşeni’ yaptığımızı söyleyebileceğimiz çalışmalarımızda sorun olabilir. Devletin okullarına sevk etmeyi üzerimize düşeni yapmak olarak göremeyiz. Belli dönemlerde camilere göndermek de ‘üzerimize düşen’ açısından yeterli olmayabilir. Doğumundan itibaren çocukları Allah’ın elimizdeki emanetleri olarak gören bir mantıkla bir ömür boyu mücadele etmeyi ‘elimizden gelen’ olarak görmemiz şarttır. Ondan sonrası için Allah’a havale etme, O’nun rahmetine sığınma durumumuz olacaktır.

 
Henüz aile reisi olmamış genç delikanlılar, annelik adayları eğer ilerideki çocukları için şimdiden bu ağırlıkta ve üstünlükte planlar yapabilir ve evliliklerini bu mantık üzerine oluştururlarsa Allah’ın yardımına daha yakın durmuş olurlar. Gençlik hayallerimizin ‘iyi biri ile evlilik ve iyi bir hayat’ dairesinde çakılı kaldığı sürece ‘iyi bir nesil’ hayal olarak kalmaya devam eder. Eskilerimizin kahramanlık ve büyüklük menkıbeleri ile ömür bitirir gideriz. Bu da ‘Zenginin malı fakirin ağzını yorar.’ gibi bir sonuç getirir.

 
Bu Ümmet’in gençleri ‘güzel bir evlilik’ kısırlığından sıyrılarak ‘Ümmeti’nin geleceği olacak nesiller’ projeleri yapmak zorundadır. Bu büyük Ümmet’in gençliği olmak kolay değildir.

 
Lokman Suresi’nde Allah Teâlâ’nın bize bildirdiği Lokman aleyhisselamın oğluna nasihatlerini her baba ve anne adayı, yetiştirmeyi hayal ettiği çocukların ana karakteri olarak ezberlemesi gerekiyor. Kur’an’a iman ediyor oluşumuz bize bunu emreder. O kadar ki, evlilik sözleşmeleri yapılırken bu surenin on üç ve on dokuzuncu ayetleri arasındaki mesaj nesil yetiştirme planı olarak eş adayları arasında sözleşmenin ana maddelerinden biri olarak konuşulmalıdır. Büyüklük ve büyük planlama bunu gerektirir.

 
Bu Ümmet’in gençleri şunu bilmelidirler:

 
Nesillerin temel akide, ahlak, vicdani hassasiyetler ve İslam toplumuna aidiyet şuurunu aile verecektir. Kurslar, okullar ve benzeri kurumlar bu alanları bilgi olarak genişletir ve yaygın duruma getirir. Asıl yük, ailenin yüküdür.

 
c- Din hepimizin dini ise dinimizi koruyup yaymak da hepimizin görevidir diye bil:

 
İbadeti camilere daraltmak nasıl bir yanlış ise İslam’ın güçlenmesini, insanların Müslümanca yaşamasını da hocalara havale etmek öyle bir yanlıştır. Din hepimizindir, hepimiz de dinimizin hizmetindeyiz. Bir kişinin daha Müslüman olması, bir kişinin daha namaz şuuruna ermesi, bir gencin daha ahlaklı hayata kavuşması hepimizin derdi olmalıdır. Bu Ümmet’in genci olup da bu Ümmet’in insanı ile ilgili dert sahibi olmamak tehlikelidir.

 
Bizi bu alanda hareketli bir noktaya sevk eden iki işaret lambası vardır. Biri Fussilet Suresi’nin otuz üçüncü ayetidir. Diğeri de Müslim’in rivayet ettiği bir hadistir.

 
Allah Teâlâ buyuruyor ki:

 
‘İnsanları Allah yoluna çağıran, salih ameller yapan ve ‘Ben Müslümanlardanım.’ diyenden daha iyi sözlü kim olabilir?’
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:

 
‘Bir hayra sebep olan o hayrı yapanın sevabının aynısını alır.’ Müslim, 1893

 
Ümmet olarak içimizdeki en güzel sözlü olanımız, Allah’a çağırma işini üslenenlerdir. Onlar yaptıkları her işte ‘en iyimiz’ olmayı artırmaktadırlar. Diğer yandan da yönlendirdikleri kişilerin yaptığı hayır işlerinin oluşan sevabına da ermektedirler. Bir yarış üzerinde olmamız gerektiğine göre Allah’a davet de bizim yarış alanlarımızdan biri olarak gündemimizde olmalıdır. Yalnız bu Allah’a daveti, özel bir program ve kurulu bir düzen içinde yapılan rutin çalışmalar gibi görmemek gerekir. Evet, öyle bir bölümü de vardır bunun ama asıl olan, kul olarak bulunduğumuz her yerde Allah’a daveti aktif tutmamızdır. Camide namaz kılarken düz ve sık olmayan safları düzeltmeye yönelik bir sözcük bu davetten parçadır. Caminin önünde namaza gelmekten imtina eden gençlere namazı anlatmak buna dâhildir. Düğün yapan arkadaşa düğünü hakkında Allah’tan korkmasını hatırlatmak davettir. Nerede Allah’ın bir emri uygulanacaksa veya bir yasağı işlenme riski varsa biz orada Allah adına konuşan olmamız gerekir. Allah’a daveti böyle anlarız. İnsanlığın ‘en hayırlı Ümmet’i’ olmamızın dayanağı da budur.

 
Bıkıp usanmadan Allah’a davet görevimizi yürütmemiz tıpkı bıkıp usanmadan namaz kılmamız gibidir. Namaz nasıl Allah’ın bir emri ise ve her ezanla beraber biz o emre yöneliyorsak gerektiği her yerde Allah’ın hükmünü açıklamak da böyledir. Allah’a iman ve tevhid başta olmak üzere farzlar/haramlar ve diğer din hükümleri ağırlıklarına ve konumun gerektirdiği ince ayara göre gündemimiz olmalıdır ki en iyilerden olmaya layık olabilelim.

 
d- Bütün çeşitleri ile cihat yarışını sürdüreceksin:

 
Allah Teâlâ bu dünya için şöyle bir düzen kurmuştur:

 
Razı olduğu din olarak İslam sürecektir. İslam var oldukça da onu yok etmek isteyen ve batıl olarak özetlenebilecek bir şer güçler muhakkak bulunacaktır. Kendisine iman eden kulları, O’nun adının ve dininin en üstün olması için mücadele edeceklerdir. Bu mücadeleye göre de ahirette mevkileri olacaktır. Kimin ne kadar iyi mü’min olduğu veya olmadığı bu cihatta belli olacaktır. Çünkü cihat; keyfin bozulması, çetine talip olma anlamına gelmektedir. Bir yandan cennetin en üstün meziyetlerine sahip olma iddiası bir yandan da keyfine dokunulmamış bir dünya hayatı çelişkili bir idraktir. İslam zirvedir. İslam için gayret etmek olan cihat da İslam’ın zirvesidir. Evet, Allah Teâlâ, kimsenin dininin yücelmesine engel olamayacağı bir düzen de murat etmiş olabilirdi ama murat ettiği düzen böyle bir düzendir; Hakk’ın adamları ve batılın adamları bu dünya zeminini ortak kullanacaktır. Allah da kimin ne yaptığını görecektir. Kanun böyle geldi, böyle de gidecek.

 
Yücelmek isteyen mü’min, Allah’ın yücelmek için önümüze koyduğu programın adı cihattır. Cihatla yücelmek vardır. Cihadı yok kabul etmek veya ayak sürtmek yer düzeyinde kalmaktır.

 
Aslında cihadın içindeyiz, içinde olmamız imanımızın gereğidir.

 
Cihat, İslam’ı yüceltmektir. İslam hayatın bütünü için vardır. Cihat da hayatın bütün alanlarındadır. Hayat, eğer aile ile sürüyorsa aile cihat için bir alandır. Aileye İslam ile yürüsün diye yapılan yatırım cihattır. Aileyi ayakta tutan ve bu tutuşunu Allah için, karşılığını ondan bekleyerek yapan da cihat etmektedir ve mücahittir. Erkek veya kadın olmak, ihtiyar veya genç olmak bu hakikati değiştirmez.

 

 

Nureddin Yıldız / ElifElif “Kur’an’lı Mü’min” Sonbahar Sayısı (2016-1438)

Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54

Categories:

Comments are closed