15
Her zaman beden hastalanmaz; bazen hatta çoğu zaman ruh hastalanır. Hatta çoğu zaman da ruh hastalandığı için beden yenik düşer. Hele asrımızda bunun neredeyse yüzlerce örneğini kişisel hayatlarımızda görmekteyiz, tabi Allah muhafaza bizim ruhumuz hasta değilse.

 
Rabbimiz bizi iki kıvamın ortasında yaratmıştır. Her kulun içinde hem Ebubekir hem de Ebu Cehil olacak düzeyde bir karakter mevcuttur. İnsan sadece iyiye ya da sadece kötüye temayüllü yaratılmamıştır. Şüphesiz kulluğun hakkıyla yerine getirilmesi için gerekli olan da budur. Rabbimiz kulunu hem Ebubekir gibi sadık, fedakâr, cömert, sabırlı, sebatlı olacak kapasitede hem de Ebu Cehil gibi kindar, vurdumduymaz, inatçı, hırslı, hasetçi olacak kapasitede yaratmış ve ondan bir seçim yaparak cennete doğru koşmasını istemiştir.

 
Hiçbir insan yoktur ki içinde kin, nefret, kıskançlık bulunmasın. Hiçbir insan da yoktur ki içinde merhamet, sevgi, hoşgörü bulunmasın. Ömer radıyallahu anhı mü’minler olarak şeytanı kaçıran adam namıyla tanıdığımız gibi bir mazlumun önünde de gözü yaşlı tanıyoruz. Ömer’e radıyallahu anh, şecaati veren de merhameti veren de Allah’tı da ondan denge kurup kendisine koşmasını bekledi, o da öyle yaptı ve kazandı.

 
Ashap bizim İslam adına en net örneklerimizdir. Aynı zamanda insanlık adına da en net örneklerimizdir. Bir gün Ebu Zer radıyallahu anh, Bilal radıyallahu anhla tartıştı. Sinirli hâliyle konuşup Bilal radıyallahu anha “zenci çocuğu” anlamına gelen bir ifade kullandı.

 

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Sen, içinde cahiliye olan bir adamsın.” Bu söz üzerine Ebu Zer radıyallahu anh Bilal radıyallahu anhın siyah ayağıyla beyaz yüzüne basmasını teklif etti. İşte örnek bu! İşte insan bu! İşte sahabe bu! İnsanlığından kaynaklanan öfkesi vardı ama hatasında ısrar etmedi, geri dönüş yolunu bildi.

 
“Ben kimseyi, hiçbir koşulda kıskanmıyorum.”, “Ben hiçbir konuda hırs yapmıyorum.”, “Ben hayatımda kimseyle rekabete girmedim.”, “Ben bu yaşıma kadar hiç kimseye öfkelenmedim, kin duymadım.” diyen bir kimse ya insanlığını kaybetmiştir ya da yalan söylüyordur.

 
Yaratan ve kullarını en iyi bilen Allah insan için: “Şüphesiz insan, pek zalimdir, pek nankördür.” , “Gerçekten insan Rabbi’ne karşı nankördür.” buyurmaktadır. İnsan bunu kabul etse de etmese de apaçık gerçek şudur ki Rabbimiz bizi bütün insanî özelliklerimizle dünyaya gönderdi ve bizden kulluk bekledi.

 
İnsanlığımızdan kaynaklanan kin, nefret, kıskançlık, hırs vb. duygularımız normaldir. Fakat bunlarda aşırıya gidip başta kendimize sonra çevremize zulmetmemiz, içine düştüğümüz hatamızdır. Engellenmesi gereken hırsımız değil hırsımızın ulaşacağı dozdur.

 

Kimliğimizdeki hasletlerimiz, dozunu iyi ayarladığımızda kulluk yarışında bize hız katacaktır. Şayet Rabbimiz bu özellikleri bize verip kökten kimliğimizden silip atmamızı isteseydi o zaman bize: “iyilikte yarışın” buyurup dünya hayatında, ahireti kazanmak üzere rekabet ve hırsa davet etmezdi.

 
İçimizde kin olsun! Ama bunu kâfirlere karşı güdelim.

 
İçimizde öfkemiz olsun! Ama bunu Allah’ın haramlarının işlendiği yerlerde sergileyelim.

 
İçimizde hırsımız olsun! Ama bunu ahiretteki mertebemizi yükseltmek için kullanalım.

 
İçimizde kıskançlık olsun! Ama bunu ilim sahiplerine ve mal infakında bulunanlara karşı gıpta ederek yapalım.

 
İçimizde rekabet olsun! Ama ahiret endeksli rekabete girelim.

 
Ruhumuzu ve bedenlerimizi hasta bırakan ise bu hasletlerimizi doğru yerde, doğru zamanda ve doğru dozda kullanamıyor oluşumuzdur. Doğru yer, doğru zaman ve doğru dozda kullanılmayan ilaç ne kadar iyi, ne kadar yararlı olursa olsun kullananına bir fayda vermeyeceği gibi hastalığını da arttıracaktır.

 
İnsanlar olarak İmam Gazali rahmetullahi aleyhin İhya-ı Ulumi’d-din adlı kitabından yola çıkarak kurduğumuz olaylar örgüsünü anladığımız zaman ruhumuzu pek çok hastalığa karşı korumuş olacağız:

 
– Kinin sebebi öfkedir.
– Kin hasede yol açar.
– Hased koğuculuğa sebep olur.
– Koğuculuk düşmanlık ve buğza götürür.
– Düşmanlık ve buğuz da insanı kibre ve baş olma isteğine götürür.

 

 

Ve “Delikanlı” Genç…

 
Gençlik bütün duyguların ve isteklerin en zirvede yaşandığı bir dönemdir. Zaten bu nedenle Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Arş’ın gölgesinde gölgenecek yedi sınıfı bizlere müjdelerken “ibadetle yetişip büyüyen genç” kaydını düşmüştür. Gencin ihtirasları arttıkça kulluğu daha değerli hale gelecektir. Rabbimiz Kur’an’ında gençliğin bitiş yaşını kırk olarak belirlemiştir. Kırk yaşına kadar her insan – kendini çökertip ihtiyarlaştırmadığı sürece- beden ve ruh olarak gençtir. Bu nedenle de onun Allah’a yaklaşması her özelliğiyle karşılığı Arş olacak düzeyde takdir görecektir.

 
İşte bu nedenle insanın içinde barındırdığı, doğru yer, doğru zaman ve doğru dozda kullanması gereken insanlık hasletleri gençte daha “delikanlı” şekilde bulunur. Şeytan da bu zemini iyi değerlendirir. Tam bu noktada gencin alacağı özel ve sosyal kararlar bu “delikanlı”lıktan nasibini alır.

 
Esasen bütün mü’minlerin olduğu gibi “delikanlı” gençlerin örnekleri de bellidir:

 
Otuzunda Ümmetimin bir numarası olan Ebubekir radıyallahu anh…

 
Yirmi yedi yaşında Ümmetin ikincisi Ömer radıyallahu anh…

 
Genç bile değil çocuk denecek yaşta Peygamber yatağına yatan Ali radıyallahu anh…

 
On altı yaşında cennet yollarını aşındıran Zübeyr bin Avvam radıyallahu anh…

 
Çocuk yaşta Peygamber emanetini omuzlanmaya aday Âişe radıyallahu anha…

 

 

Gencin “Delikanlı”lık Damarıyla Aldığı Kararlarının Özel ve Sosyal Hayatına Tesirleri:

 

 

1. Şahsiyet Zedelenmesi: Dozunu ayarlayamadığımız olumsuz manadaki özelliklerimiz kimseye zarar vermeden önce mü’minler olarak bizlerin şahsiyetini etkilemektedir. Çünkü bu özellikler zamanla yapmak istemediğimiz davranışlara bizi sürükler. Bu davranışlar da bizim şahsiyetimizi zedeler. Âdem aleyhisselamın oğlu Kabil kıskançlığını dizginleyemediği için bir peygamber çocuğu olarak şahsiyetine hiç yakışmayacak şekilde kardeşi Habil’i öldürmüştür. Bu da kıyamete kadar işlenen cinayet dosyalarının hanesine yazılmasına neden olmuştur.

 
2. Kör Tartışmalara Girilmesi: Önünü alamadığımız duygularımız sonunda gerek din ile alakalı gerekse dünyayla alakalı meselelerde sonucu olmadığını bildiğimiz tartışmalara götürmektedir. Bu tartışmalarda da mü’minler olarak ne bir sonuç elde etmekte ne de bilmediğimiz bir meseleyi öğrenmekteyiz.

 
Ömer radıyallahu anh ve Ebubekir radıyallahu anh Beni Temim’den bir grubun geldiği sırada Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin yanında bulunuyorlardı. Ebubekir ve Ömer radıyallahu anhum başlarına gelecek emir için muhalefet ettiler ve birbirlerine seslerini yükseltiler. Bunun üzerine Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin yanında seslerini yükseltmemeleri konusunda açık uyarı olan Hucurat Suresi ikinci ayet nazil oldu.

 
3. İnsanî İlişkilerimizin Zedelenmesi: İmam Gazali’nin İhya’sından çıkardığımız olay örgüsüne göre öfke kini, kin hasedi, haset de koğuculuğu getirmektedir. Koğuculuk insanî ilişkilerimizi en önemlisi de mü’minlerle olan kardeşliğimizi zedeler. Oysa Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Mü’min sıcakkanlıdır, kendisiyle de kolay kaynaşılır. Geçinemeyen ve kendisiyle de geçinilmeyen kimsede hayır yoktur.” buyurmaktadır.

 
4. Agrasiflik: Tebessümün bile sadaka olduğu dinimizin mü’minleri, içlerinde barındırıp büyüttükleri olumsuz özellikleri sebebiyle başta kendilerine sonra da çevrelerine karşı sinirli bir hâl almaya başlarlar. Oysaki Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların zarar görmediği kimsedir.” buyurmaktadır. Aynı zamanda “Enes radıyallahu anh diyor ki:

 

“Peygamber aleyhisselama on yıl hizmette bulundum. Bana emrettiği bir şeyi geciktirsem veya yanlış yapsam beni kınamazdı.

 

Ailesinden biri beni kınayacak olsa hemen derdi ki: “Bırakın onu! Olması takdir edilmiş olsaydı olurdu.””

 
5. Gıybet: Rabbimiz’in “ölü kardeşinin etini yemek” olarak tarif ettiği gıybet, kişinin duyduğu zaman hoşuna gitmeyen, gıyabında yapılan konuşmadır. Bu nedenle mü’min velev ki sevmediği bir insan için bile olsa dilini başıboş bırakmamalıdır. Biz ağzımızdan çıkan bir söz için amellerimizin çoğunluğunu vermek zorunda kalacağımız gün için hazırlık yaptığımızın farkında olarak, farklı yaşayan mü’minler olmalıyız. Şu da unutulmayacak bir şiardır ki bir haramı, yanlışı işlemek kadar bir harama, yanlışa sessiz kalmak da suçtur.

 
6. Ailelerin Dağılması: Evlilik iki insanın bir araya gelmesi kadar iki karakterin, iki kültürün de bir araya gelmesidir. Bu nedenle evlenen kişilere gereken; yaptıklarının bir cihat hem de nefisle cihat mesabesinde bir cihat olduğu bilincidir. Dozuyla doğru yerde kullanılmayan hasletlerimiz özellikle bu bilinci taşımayan aile fertlerinin sonunda kalelerini –yuvalarını- dağıtmalarına sebep olur. Ebu Hureyre radıyallahu anhın rivayetine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: “Bir erkek mü’min, kadın mü’minden hemen soğumasın; bir huyundan memnun olmazsa diğerinden memnun olur.”

 

 

Atalarımız: “Keskin sirke küpüne zarardır.” demişler. Doğru yer, doğru zaman, doğru dozda kullanılamayan hasletlerimiz de imanımıza zarardır.

 

Büşra Kızılgöz / ElifElif “Gençlik Özel” Kış Sayısı (2016-1437)

Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54 

Categories:

Comments are closed