09

 

İlim gözleri gördüren, ayakları yürüten, kelimeleri birbirine bağlatıp köprü yaptıran ve insanın çiçekler gibi açılmasını ve güzelleşmesini sağlayan ilâhi bir sırdır. Cevheri mücevhere dönüştürür, çünkü işleri kıymetlendirir. Var olmanın anlamını hücrelerimize kadar hissettirir ve bize duruş kazandırır.

 

İlim, zihnin kapalı kapılarından içeriye ışık girmesi ve göremediklerini görmesi gibidir. İlim, zihnin havası, suyu ve gıdasıdır. Evet, bu üçü birliktedir. Çünkü üçününde yerine geçer, üçünün de yaptığını yapar. İnsanı yaratıp yeryüzüne gönderen Rabbimiz, ona hangi yoldan nasıl yürümesi ve yönünün ne tarafa olması gerektiğini ilim ile söyler. Güneş nasıl ki görülemeyeni gösterir, hem besler, hem aydınlatıp yolları net hale getirirse, ilim de, sayısız kapıları olan ve sayısız yol alternatifleri bulunan insana, niyetine ve arayışına göre seçenekler sunar. Ona duruş ve yol bilgisi kazandırır. Onu oldurma yolunda ilerletir. Bildikçe ayaklarını daha sağlam bastırır. Bildikçe bilmenin gerekliliğini ve insanın onarılmaya ne kadar ihtiyacı olduğunu ona hissettirir. Bilmek, her ilim zerresince evrilip değişmek, değiştikçe daha çok anlamaya ve bilmeye ihtiyaç hissetmek demektir. Halinin ve o hale uygun bir duruş ve vaziyet alışın, ilaveten nasıl davranacağının bilgisinin bir şahısta bulunması, insanca ve Müslümanca yaşamanın besmelesi demektir. İçten güçlenmek, doğru bir duruş için donanmak demektir.  Ayrıca, “Kişinin mesul olduğu şey ile ilgili bilgilenmesi farzdır” buyuruyor Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem. Bu da aynı zamanda hal ilmi yani ilm-i hal demektir.

 

Hayatımıza aktarabildiğimiz doğru bilgiler aklımızın gıdası ve ruhumuzun cilâsıdır. Boşluktan doluluğa, hamlıktan olgunluğa, negatiflikten pozitifliğe, eğriden doğruya, hep onunla hicret ederiz. “Boş başakların başı yukarıdadır, dolu başakların başı aşağıdadır.” Ata sözünde olduğu gibi, bilgisi yukarılara doğru seyrederken, kendisini bilme aşamasındaki süreçte, edeple başımızı öne eğdiren kutlu birikimdir ilim. Halden hale çevirir insanı, hayretten hayrete düşürür, bildikçe, en büyük Sanatçının sanat eseri olduğunu anladıkça, ilim ile dini daha iyi anlayıp, Rabbi kendisine ne demiş, ne istemiş, heyecanla onun peşinden koşarız. Ardından Rabbimizin kelamıyla soluklanırız; Zümer suresinde “…Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? buyuruyor Rabbimiz.

 

İlim; aklı aktif olup görenlerin, Allah’ın kendisine hediye ettiği sınırsız güzellikleri ortaya çıkarmak için kullandığı bir kaldıraç gibidir. Onunla her kapıyı açmaya çalışırız. Onunla anlayış yüksekliği, ufuk genişliği ve yeni perspektifler ediniriz. Onunla sınırlarımızı, haddimizi ve bize yüklenenleri öğreniriz. Onunla nereye nasıl adım atacağımızı anlarız. Yanlışa düşünce, hemen kendisine müracaat ederek, nereden ve nasıl toparlanacağımızı anlamaya çalışırız.  Çünkü, “ İnsanı en çok savuran şey yanlış yapması değil, doğruyu aramamasıdır.”

 

İlk insandan bu yana var olan ve dünya durdukça da var olacak iki insan tipi vardır; öğrenebilenler ve öğrenemeyenler. Hayat hep bu iki tip insanın, aydınlık ve karanlığı hayata yayma çabası içinde gerçekleşir. Hayatın ve insanın hangi durumda bulunduğu ve toplumda bu ikisinden hangisinin daha çok ve aktif olduğuna göre değişir. Birisi yük alır, diğeri ömür boyu birilerine hep yük olur. Birincisi hep ileriye ve daha iyiye doğru ilerlemeye çalışırken, diğeri eski ve yetersiz bilgilerle yeni ve değişen şartlara adapte olma savaşı verir. Aklı gelişen bir insanın kabul edemeyeceği ne kadar insanın aklını ve mantığını zorlayan husus varsa bunlarda bulunur. Onlarla yaşamak, sırtında bir ton yükle yokuş yukarı tırmanmak gibi insanı yorar.

 

Öğrenme odaklı yaşamak, pek çok şeyi bilmekten daha önemlidir.

 

İlim, her zihinde bir bölgeyi harekete geçirir fakat herkesi farklı bir açıdan etkiler. Yüz kişi bir kitabı okusa, herkes mizacına, duygu durumuna, niyetine ve ihtiyacına uygun olan şekliyle anlar ve  etkilenir. Bunun bir ölçüsü ve bir tarzı yoktur. Bilginin yükselttiği algı, iman ile birleşince istikamete yöneltir. Daha yüksek seviyeden, merdivenlerle tırmanılan yerden kendimize ve başkalarına bakınca, normalde Allah’ı düşündürmesi ve emirleri ile bütünleştirmesi gereken ilim, şükrettiren teslimiyet ve kader algısı yoksa benliğe, narsizme ve kibire dönüşür.

 

Ali radıyallahu anh “Alimin yanına gittim bülbül oldum şakıdım, cahilin yanına gittim lâl oldum şaşırdım” buyurmuştur. Bilmeyen ve bilmediğini de bilmeyenler, hayatlarını daralmış algı, sınırlı ve yetersiz bilgi ve ben merkezci bir yaklaşımla idame ettirirler. İnsanı anlamaktan ziyade ne derlerse onun anlaşılmasını ve ne isterlerse onun yapılmasını isterler. Çünkü istemek onların hakkı, vermek karşısındakilerin görevidir gibi inanırlar. Onlar hangi konumda ise, o konumda olması her şeyi istemeye kendilerini haklı gösterirler. “Ben babayım.”, “Ben anneyim” derler. İstediğini yaparken zorlanırlarsa bu da onların suçudur. Yapmazlarsa zaten hepten suçlu onlardır. Velhasıl, hayatın “Bilmek ve hayata geçirmek” üzerine yükseldiğini bilmeyenler; hayatın değişimine ve ihtiyacın çeşitlenmesine paralel, kendisini o değişime adapte ederek rollerini daha iyi oynamasına ve sorumluluklarını daha iyi yapmasına zemin hazırlayacak bir değişim ve gelişim ihtiyacı duymazlar.

 

Oysa öğrendikçe coşkusu artar ve coşkusu arttıkça da, ömür boyu talebe olmaya ve talebe kalmaya ahdeder bilen insan. İnce sırlara vakıf olur. İnce sırlar inceltir insanı. Yürüyüşünü bile hesap eder artık. Her konuştuğu önce Rabbine uğrarmış. Bunu öğrenince, her söz Rabbimize giden bir bukete dönüverir. O insan artık, öğrendikçe eski o olmaktan çıkar. Yeni bir kisveye bürünür, yeni renkler kuşanır. Hayatın içine Rabbini katmanın, her anında Allah’ın ne işle meşgul olduğunu seyretmenin yeni bir keşfi gerçekleşir. Hayat, Tek Sanatçı’ın en şerefli yaratığı olan insan için bir güzellikler manzumesinde seyirdir. Her sıkıntı, onun anlaması gereken bir mesaj ve her mesaj Rabbine yakınlığını artıran bir süreç olur ilim kendini gösterdikçe. Hayatta sadece iki muhatap kalmıştır, Rabbi ve kendisi. Bütün ilişkiler, bu iki muhatabın arasındaki yürek bağına göre şekillenir.

 

Bir insanın öğrenmeyi sevmesi, okumayı ve hayata yansıtmayı önemsemesi, bütün süreçlere damgasını vuracak kadar belirleyicidir.

 

Beynimiz inanmaya ihtiyaç hisseder. Güçlü bir delil ile inanan beyni bütün bir vücut destekler. Onun için, bir şeyi teklif etmeden önce, anlatmak, inandırmak ve sonra da sevdirmek esastır. Çocuklar, anne babaları ile araları iyi olduğunda inanmaya ve istenileni yapmaya daha müsait olurlar. Asıl maksat nedir, bunu hangi usul ve üslup ile yapmalıyız? Çocuklarımızın bu kadar sıkıntılı olması, ailelerin kimyasının bozulması ve insanın bu kadar teknolojik kolaylık içinde mutsuz olması, ana gayenin ve ona ulaşacak yolların ne olduğu bilgisi ve bilincinin eksik ve yanlış olmasından kaynaklanıyor. Kâinattaki oluş ve bozuluş kanunlarının bilinmemesi, sebepler değişmeden sonuçların değişemeyeceği gerçeğine uygun yaşamamak, bizi daha ileriye değil, giderek daha geriye götürür.

 

Niçini olmayanın nasılı yoktur.

 

İnsan öğrenmeyi daha doğru yaşamak adına yaptığında, zihin daima önce niçin sorusunun ve daha sonra da nasılın peşinde olacaktır.

 

Bütün bunların olması, önce Rabbimizin izninden sonra, çocuğu taşıyan ve Rabbinin izni ile onu dünyaya getiren annenin ve doğduğu ortamın yapısına bağlıdır. Anne babanın arayışı ve niyet bütünlüğü, neyi nasıl yaptığı, ne tarafa doğru aktığı, ne ile dolup taşmaya doğru ilerlediği, yeni doğan bebeğe “Peşimizden gel” mesajı verir. “Ağaca bakan keçinin dala çıkan oğlağı olur.” Ata sözünde ifade edildiği gibi.

 

Bir anne babanın çocuğu için yapabileceği en büyük iyilik, aktif bir akılla iyi ve doğru bir insan olma niyetinin, Allah’a has bir kul olma derdiyle harmanlanmasıdır. Bunun içinde, sürecin doğru adımlarla yaşanması gerekir. “Bir mü’minin mesul olduğu şey ile ilgili bilgilenmesi farzdır.” buyuruyor Peygamberimiz.  Asıl derdimizin, “Rabbim bana ne demiş, ne istemiş. Bunu güzel Resulü nasıl yaşamış? Bana “Habibim ne getirdiyse onu alın, neyden sizi men ederse ondan da uzak durun.” demiş. Ben önce Resulullah nasıl yaşamış, nasıl davranmış, onu öğrenmeli ve önce zihnimdeki, beni hakikatten uzaklaştıran bilgileri ayıklayıp doğru davrandıracak kaynağa doğru ilerlemeliyim.” demeliyim.

 

Bir ailede, eşler birbirlerinden bağımsız olarak, kendilerini Rabblerinin karşısında iyi bir durumda bulunduracak sürece talip olmalılar. İlim ile asıl meselemizin ne olduğu ve nasıl yaşarsak ona ulaşabileceğimizi anlamamızdır asıl olan. Aile, bütün iyiliklerin kök saldığı, insanı Allah’a yaklaştıran, Allah ile aralarındaki engelleri kaldıran kurumdur. Yani, eşlerin samimi ve içten birliktelikleri, Rabbimizin rızasına uygun bir hayat için sevgi, saygı ve dayanışma içinde bir oluşumu gerçekleştirir. Bu da hayati bir önem arz eder.

 

Çocuklar, öğrenen bir zihin, öğrenmeyi seven bir kişilik, öğrendiğini yaşama azmiyle dolu bir tarzı ailede görürlerse, inanılmaz büyük bir servete sahip olarak büyürler.

 

Ya ilahi, bizi, Sana yaklaştıran, Senin sevgini kazanmaya götüren, tam teslimiyetin yollarını açan bir ilimle destekle. Marifet kazandır ve meleklere örnek göstereceğin bir hayat ile ödüllendir. Amin…

 

Saliha Erdim / ElifElif “Ailede İlim Özel” Bahar Sayısı (2015-1436)

Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54 

Categories:

Comments are closed